Hasta Olmak...

Otelin penceresine Antakya manzarası eşliğinde oturmuş mandalinamı yiyorum. Bir sigara yakmak istiyorum alışkanlıkla ama canım istemiyor. Yatağıma uzanıyorum, uykusuzum ama uykum yok, sağa sola dönüyorum. İşte tam o anda genzime bir hareketlenme olduğunu fark ediyorum. Garip gelse de “kan” diyorum kendi kendime. “Kan kusup kızılcık şerbeti içmek” deyimi aklıma geliyor, gülümsüyorum. Bilinçaltım akıma gelen şeyi espriyle bastırmaya çalışıyor.
Aceleyle yataktan kalkıp ışığı açıyor lavaboya koşuyorum.
Kırmızı kabarcıklar…
Boğazımda oluşan gıcığın anlamı kan.

Verem olan insanlar aklıma geliyor. Çok Türk filmi izliyorsun, diyorum kendi kendime. Bir ama asılı kalıyor yine de aklıma. Ya veremsem?
Hızlı bir şekilde giyiniyorum. Cüzdan, telefon, anahtar. Kontrol ediyorum.
Belki de çok fazla sigara içmektendir, diyorum kendi kendime. Gırtlak kanseri oldun bu yaşta. Kısık sesle ve boğazını tutarak konuşacaksın. Bir alet takacaklar oraya.

Odadan çıkıp resepsiyona iniyorum. Mustafa var. Resepsiyoncu çocuk. “Mustafa kan tükürüyorum, neden oluyordur bu” diyorum. O “bilmiyorum abi, diyor.
Yakında taksi yok. Ama bir motosiklet var kapıda. Sahibini buluyor Mustafa. Sonra gazeteler buluyor. Abi motor ıslanmıştır diyor. Kurutalım.
Mustafa motoru hazırlıyor sonra motorun sahibi geliyor biniyoruz. “Gırtlak kanseri” bu teşhiste karar kılıyorum.

Hastane şehrin dışında, yolda yağmur hafif hafif atmaya başlıyor. “Kusura bakmayın, sizi de böyle apar topar..” “Lafı bile olmaz” diyor. İşleri düşünüyorum. Bir de mustafanın dediğini: “Abi hastaneye yatırırlarsa yat, ben burayı idare ederim” Neyi idare edecek ki bu Mustafa diye düşünecek oluyorum ama hastanede yatmak fikri aklıma çakılı kalmış onu düşünüyorum sürekli yolda. Bu hastalık bunca zaman neden kendini belletmedi ki? Hayır bi halsizliğim falan da yok. Bir tek bu kan. Bir de karıncalanan boğazım.


Doktora da söylüyorum aynısını. Islak bir fare gibi çaresiz duruyorum. “A de” diyor doktor. Uzun uzun aaa yapıyorum. Sonra doktorun yüz ifadesini inceliyorum. Bişey bulamadı.
Nabzımı ölçüyor. Ben yine doktorun yüzüne bakıyorum. Iıh bundan da bi sonuç çıkmadı. Sevinmeli miyim?

“Uzan” diyor. “Dizini karnına çek” karın boşluğuma bastırıyor. “Acımadı” diyorum. Sonra ciğerlerime, şükür orada da sorun yok. Yani doktorun yüzü hala anlamsız.

Doktor tekrar yüzüme bakıyor. Yüzü ışıldıyor. “Burnun kanamış o da boğazına akıyor” diyor. “Tahriş olmuş”
“Boğazım” diyorum “boğazımda da gıcıklanma var.”
“Orada da tahriş olabilir ama önemli bişey değil” diyor.
“Sigara içiyorum, kanser, gırtlak kanseri falan?”
“Abartma” diyor “Antibiyotik ve gargara yazıyorum, bunları kullandığında bişeyin kalmaz, rahatla.”
Gülümsüyor.
--

Antakya

Şehirler hakkında yazmak gerekiyorsa önce Antakya'dan başlamak lazım.Zira hala kendine benzeyen ender şehirlerden Antakya.
Ama bunu Fotoğraflarla anlatmalıyım.En kısa zamanda.
Künefe yemeye gidiyorum.Gelen var mı? :

DURAK

Umut durağında son şafağı bekler gece
Ben seni beklerim, şiir yazmak için ellerime

Kapanır yaralar, kipriğindeki nemin hatrına
Gel ama dokunma yokluğunu tanımış hatırama

SAZAN

Dolunayı seven gece
Bir löküs ışığı yahut bir fener
Bir ekmek parçası
İğneye takılmayı sevmeyen
Kımıl kımıl bir canlı
Ki davasında haklı

Çalar zilleri iplerinde
Bir heyecan avuç içlerinde

Üç kısa adım ileri
Sonra bir nefes payı geri
Böyle kolay takılanı
Yani kim sevmez ki sazanı