Aykırı olmak Farklı Olmak mıdır?


İnsan gülmekle şaşırmak arasında kalıyor. Hani tarihi filmlerde Bizans askerilerinin –diyelim- kullandığı miğferler vardır. Alnın üzerinden boyuna kadar inen püskülleri olan... Muhtemelen bir kaç kutu jöle harcayarak saclarını o şekilde dikleştirmişti. Sırtında metal çiviler olan montuyla bir hali farklı göründüğü kesindi cocuğun. Az önce postanede sıra beklerken rastlamıştım ve kendi kendime “insan neden saclarını böyle yapmak istesin ki” diye sormuş ve mantıklı bir cevap bulamamıştım. Acayip rahatsız edici bir görüntüsü vardı. Muhtemelen insanlar da ona bakarken, o da bu rahatsızlığı fazlasıyla yaşıyor olmalıydı. Böyle bişeye dayanmak icin insanın bazı şeyleri aşmış olması lazım diye düşünüyordum ama galiba yanılmışım.
Dışarı çıkıp bir sigara içmek istediğimde “Abi sigaran var mı diye sordu” elimdeki pakete bakarak. Evet, değişik bir tür ama sigara için teşekkür edecek kadar da hala bize benzeyen tarafları var.

İnsanlar farklı olmak için çok değişik atraksiyonlar denerler. İlginç kıyafetler, sac şekilleri, anormal davranış kalıpları, enteresan konuşma stilleri, garip rekor denemeleri … Uzar gider yani…

Tarkan da diyor ya “Başkası olma kendin ol diye” Önce başkaları gibi olmamak hakikaten kendin olmak mıdır diye soralım araya karışık. Tarihe çizik atmak, bir nevi ölümsüzleşmek icin farklılaştığımız bi r yerde doğru olsa da acayipleşmenin bunu sağlayacağından o kadar da emin değilim. 70 tane hamburger yiyerek rekorlar kitabına girmek kimin umurundadır ki.
Biri çıkıp da 71. hamburgeri yediğinde ne olacak?

Bence farklılaşma insanın doğasında var olduğu için, bütün bunlar insanı farklılaştırmaktan ziyade tekzipleştiriyor, sıradanlaştırıyor. Yani aslında bu bir paradoks.

Galiba burada onların kaçırdığı şey aykırı olmayı farklı olmak olarak algılamaları.
Aykırı olmak herkesin yapabileceği bir şey.
Kendinize aykırı bir imaj yaparsınız. Bir gün sonra bir başkası da sizin gibi olmuştur. Tıpkı tikkyler gibi aynı tek tip görüntüler artmaya başlar ve bir de bakarsınız ki kendi çapınızda bir elit azınlık oluvermişsiniz. İşte o zaman uğruna ailenizi çevrenizi karşınıza alıp yaptığınız onca şeyler bir anda anlamsızlaşır. Çünkü size benzeyen yüzlerce kişi vardır ve artık farklı değilsinizdir. Ama işin daha da kötüsü şanslı değilseniz bunu uzun bir süre anlayamazsınız.
Anladığınızda ise artık siz kendiniz bile değilsinizdir.

Oysa her insanın farklı bir parmak izi olduğu gibi farklı bir karekteri vardır zaten.
Galiba önemli olan bu önce kendini tanımak. İnsan kendisiyle ne kadar barışıksa diğerlerinden o kadar farklıdır.

Sonsuz Diyaloglar - 1

Ve ben, dedi güzel,
Ben inanmam aşka,
Aşk, bir oyundur
Oyunda koca bir yalan.
Ve sen, dedi genç adam
Ne bilirsin ki oyundan başka,
Aşk, oynarsan oyundur,
Her oyunun sonu talan

Biz, dedi sarı röfleler
Biz oynadık ve bitti,
Kaybeden olmak acıtmasın canını
Belki sen olursun yarının kazananı
Siz, dedi lacivert takım
Sizde duygu bitti
Kaybetmenin de vardır elbet şanı
Kazanmak sürdürmekse bu yalanı

Üzülme dedi, kırmızı dudaklar
Vardır elbet başkaları
Sen de bulursun aradığın aşkı
Çık dışarı erteleme hayatı
Üzülürüm dedi kalın kaşlar
Bulmak yetmez aradığını
Sizin muhitte zordur ama
Samimiyet bana lazım olanı.

Kılıç Balığı Günleri

Yüzeylerde değil derinlerde ara beni
Öyle bir denize düştüm ki bilemezsin
Ben denizde boğulurum,
Deniz bende…

Bir kurtarıcı aramıyorum
Çırpınmıyorum, bağırmıyorum
Boğulan da benim zira,
Deniz de…

Ağır ağır iniyorum dibe.
Her derinlikte bir huzur,
Her derinlikte bir azap.
Her halim derinde…

Zaman bir kılıç balığı.
Ve zaman geçiyor
Zaman gövdemi delip geçiyor,
Ruhum elinde…

Mavi yeşil vurgunlar yedim
Renklerin oyununda.
Ölüm bir oyun değil.
Ölüm bir sevdaya dalmaktı
Mavi gözlerinde…

Kör Hikaye

Yarım kalmış bir şark masalı gibi
Kendi hikâyende dolanmaktasın
Sen kara sevdaların karanlık yüzü
Bin günde bir güneşi aratmaktasın
Asırların beslediği karsız peri
Bir damla suyu kıskanmaktasın
Bu yazı da burada geçirmeye kararlısın
Ve sen hala aklımdasın.

Masum gidişlerin kör hikâyesi
Çaresiz nefretlerin yamasısın
Kaç beyaz sayfa yırttın bu topraklarda
Damına düşen yıldızları tanır mısın?
Sukut etmiş yorgun gecelerde gelir
Bir kâbus yaşatmadan bırakmazsın
Şahidin yok, izlerin kopuk, rengin al
Bak kanıyor desem o bıçağı çekip almazsın
Bittiğini sandığın oyunun kahramanısın
İnan, -istemiyorum ama- aklımdasın

Kaptandan Samimiyet Testisi Pardon Testi

Biri kendi kumunda oynarken boncuk buldu anlaşılan. Ama o boncuk başkasının boncuğu.. Neber.:))
Bakin, simdi 1' den 10' a kadar sayacağım ve herkes buraya bakacak.. 1..2. 10 .. sen de baktın sen de baktııın ahaa sen de baktın...
Şimdi sevgili miçolar size soruyorum. Samimimi misiniz: “Eveeeet.” “Dürüst müsünüz” “Eveeeet” “Siz de saolun.”
Kendin çal kendin kopyala, kendin yapıştır, kendin taklit E.T. kendin kendi teknede Titanik pozu ver.
Pazar ola, uyan da balığa gidelim, olmazsa Kuşadası’nda balık restaurantta yeriz, sonra birbirimize bağırılırız.

“Kaptanınız konuşuyor, sevgili miçolar, nerde ulan benim mikrofonum”
“Yastık altında kaptaaaan”
“Höö, sen kaptanınla ne bicim konuşuyon bakiim.”
“Kaptan, açılalım okyanusa şu mihenk taşını bi çıkaralım be kaptan, enn objektifinden…”
“Sevgili miço, kumbara boş, bi dolsun onu yapacağız, sabret uleeen samimi ol”
“Kaptaaaan! Ufukta bi solda sıfır var, ne ayak?”
“Salçalı ekmektir o miçocuğum salçalı ekmek”
“Kaptaaan! Rot ve Bayar ayarlarını yaptım hazırız”
“Kelimeleri kullanırken kullanıcı hatası yapma uleeen”
“Kaptaaan’ Objektif’lik nedir?
“At gözlüklerinin sadece atlara yakışmasıdır evladım”
“Kaptaaan! Acıktım, salçalı ekmek var mıydı?”
“Ekmek bulamıyorsan frambuazlı pasta ye samimiyetsiz miço…”

Karanlıkla Konuşmalar 2

Siyah geceyi bir kılıç gibi deliyordu hilal.
Yüreğimi delen paslı sözlerin gibi değil.
Pıtrak siluetli bulutlar kaplıyordu geceyi
Ruhumu kaplayan aymaz düşünceler gibi.
Soğuk rüzgar jilete çalarken yüzümde
Gök gürültüsüz yağmurun izi var gözümde
Bir ıslık mesafesinde mor ışıklı camın
Karaya çalan perdelerinde bir ölü gölgesi canım
Ne söyledim de astın gülkurusu yüzünü
Bir bakışınla astın çengele gülüşümü

Yar, sana verecek bir canım var bilirsin
Sevgimin yetmediği yerde alıverirsin

Hain dudaklardan duyduğunu benden mi sandın
Gözlerimde görmediğin yalan nasıl inadın
Daha kaç günüm dönecek geceye suskunluğunda
Ve kaç gece geçecek bu meskun adada
Susuşun bana mı, yoksa aldanmana mı?
Dilersen bırakıp gideyim sol yanımı
Ben Mecnun değilim, Ferhat’ı tanımadım
Şüphe edersen kalbine bak, orada yazılı adım.
Bir suçum yok mühletsiz ceza çekerim.
Pişman olacağını bilmesem çeker giderim.

Gece, serin bir sehere dönüyordu ufukta
Hilal, yarımaya devretti nöbeti, sen uykuda
Bu son sabah, gidişimi görmeyeceksin.
Bir iz bırakmayacağım, yerimi bilmeyeceksin.
Sabah baktığında, perdeni aralayıp, gizlice, usulca
Olmayacağım, her gece beklediğim ağacın altında
Sırtıma vurup suskunluğunu kaybolacağım.
Ardımdan çağırsan da artık duymayacağım.
Bilirim pişman olacaksın kanmalarına
Bir kuru tuzun olmayacak açtığın yaralarına.
Sen ağla benim için de, şarkımız çalınırken
Ve saklama yüzünü, utanma gözyaşlarını dökerken.
Elinde başka ne kaldı bu sevgiden.
Bir şey söyleyeceksen benim için o ağaca fısılda
Ve ağlayacaksan –o seni de dinler- git ona ağla

Karanlıkla Konuşmalar 1

Ben yolumu bulurum karanlık
Sen siyahlarını bürün habire
Sen umutların körelticisi
Yarısı yenmiş simitlerin nedeni
Sessiz çığlıkların postacısı ol
Ben örterim güneşi üstüme
Yorgun sorulara -yine- muhatap gibiyim.

Sen kara kara düşün karanlık
Ben cevapları bulmuş gibiyim.
Sen yanılt yolunu kaybetmişleri
Sen sağır ol duyma ağıtları
Sen cani ol doğra umutları
Ben yarlarımı sardım üstüne sigaramı yaktım
Son durakta yolcusuz dolmuş gibiyim.

Sen çıkart siyahlarını karanlık.
Ben ümitlerimi giymiş gibiyim
Bilirim durmazsın,
Ezer geçersin sormazsın
Malum, derde derman olmazsın
Seninle yollarımızı ayırma vaktidir.
Bu tatsız yemeğe doymuş gibiyim.

Kalbim, Bizim Kendimizden Başka neyimiz Var?

Bekleyecekler onlar, gitmeyecekler, bekleyecekler sabredecekler.
Kalbim, Bizim Kendimizden Başka neyimiz Var?
Ne zaman unuttun verdiğin sözleri kalbim, ne çabuk ezberini bozdun?
Hani kapatmıştık mavi yeşil kapıları? Kaç sürgü çekmiştik ardından?
Bir ışıltılı göze, bir küçük yüreğe ve birkaç söze kan diye mi?

Yine yanılttın beni, ne çabuk unuttun sapladıkları paslı bıçağı?
Her aklıma gelişinde sızlamaz mı hala o yaralar.
Kanar durursun en ufacık sarsıntıda. yetmezmi bu acılar.
Bitmez mi bu kırık sevda şarkıları.
Bizim kendimizden başka neyimiz var?
Kapılarını her açtığında acıdan başka ne bıraktı gelenler?
Neden bir defa da dinlemezsin beni?
Bu kanmalar niye?

Bilmezmisin ki üzecekler yine bizi o boyalı yürekler, is kaplı botoks vicdanlar.
Önce sana gülümseyecekler, seni sevdiğini söyleyecekler.
Yetmeyecek kanman için masumiyet kılıçlarını batıracaklar.
Dayanamıyacaksın, buldukları ilk aralıktan kapkaranlık bir gölge gibi girecekler.
Masallar anlatacaklar sana, aşka dair, çocuk tarafına oynanacak bütün bahisler.
Bütün silahları çekilecek kadınlığın, en yaralı, en zayıf yerine yüklenecekler.
Bir turuva atı yetmeyecek bin turuva atıyla gelecek bukelamun taarruzu.
Kaç yalanı eritip dökecekler üzerine.

Bekleyecekler, gitmeyecekler, bekleyecekler sabredecekler.

Tüm kalelerini zaptedene kadar durmayacaklar.
Teslim olacaksın, -hatırlıyormusun- teslim olacaksın.
Bütün antlaşmalara imza atacaksın. Her şarta evet diyeceksin, isteye isteye, seve seve.
Razı olmak nedir öğretecekler. Razı olmayı da seveceksin.
Ama yetmeyecek bu onlara.

Bekleyecekler gitmeyecekler, bekleyecekler sabredecekler...

En mutlu anında terkedecekler. En zayıf anında saplayacaklar hançerlerini.
Tüm anlaşmaları bozacaklar.
Yırtacaklar yüzüne atacaklar -böyle bunlar- yapacaklar.
Bir köşeden seyredecekler mutluktan dört köşe...
Ve biz yeniden söz vereceğiz birbirimize.
Tutamayacağımızı bile bile...
-----------
Kanıyorsun yine...
Kanıyorsun -biliyorsun ama - kanıyorsun.
Her kandındığında oluk oluk kanıyorsun.
Değişmeyeceksin biliyorsun.
Değişmeyeceksin, direnmeyceksin, kanacaksın, kanayacaksın.
Mavi ve yeşil sana yaramayacak, bir ruj kırmızısında duracaksın.

Bu maslın sonu yok, hep devam edecek.
Beyaz atlı prens kahrından ölecek
Pamuk prenses aynanın karşısına geçip rujunu sürecek.
Cüceler hep aşık ümitle bekleyecek.
Ve gökten hiç elma düşmeyecek.
--------

Derdini anltmak zordur anlamak istemeyene.
Bir yapbozun eşit parçaları gibi bölünür kelimeler.
Bizim yaptıklarımızı onlar bozar. Onların yatıklarını yine onlar bozar.
Bu bozuk zamanlarda bozmamak bozulmaktır onların kitabelerinde.

Bizim uykusuz gecelerimiz ey kalbim onların kuş tüyü yastıkları olur.
Ninni gibi gelir ağıtların. maslları feryadındır.
Bir akşamcı masasında kalmış çakmak kadardır unutulman.
Sabah uyanacaklar ve hiçbir şey hatırlamayacaklar...
Bir siyah sürmelinin avuçlarındaysan kalbim, buğulu camlara yazdığım şeyleri sil aklından.

Ben bilmez miyim, bilmez miyiz mutluluğun mavi ve yeşil tonlarını.
Kaç tuvalde adımız kaldı. kaç fırça düştü kırmızı siyak bolayalarla üstümüze.
Düştüğümüz yerden sadece BİZ kaldırdık birbirimizi.

Bir aşk sarkısı istersen, bizim için iste.
Bir güler yüz istersen aynaları ara.
Bir tatlı söz beklersen konuş benimle.
Susma, konuş.
Sen sustuğunda ben ağlarım
Sen ağlarsan ben yanarım.
Sen yanarsan, ben külüm, kırk büklümüm.

Susma, konuş benimle.
Susma ki bu savaştan da galip çıkalım.
Bırak bütün anlaşmalar bozulsun.
Yırtsın sözleşmeleri A4 yürekliler.
Bir melteme bırak parçalarını
Susma ki yeniden doğrulalım düştüğümüz yerden.
Bırak onlar zafer kazandık desin.
Bırak kırık bir sazın kıranı onlar olsun.
Biz yeniden türkümüzü söyleyelim.
Bir ağıdı besteler gibi...
------------

Bir ikindi çayında gördüm onu.
Üstünde pembe çiçekli elbisesiyle karşı masada.
Siyah saçlarını dolamıştı parmaklarına. Oyunuyordu.
Minik bir serçe gibi korumasız, bir kedi yavrusu kadar masumdu yüzü.
Tedirgin bakışlar yolluyordu sokağın köşesine
Umutsuz gülücükler bırakıyordu fincanındaki kahveye.
O zaman farkettim sol yanağındaki gamzeyi.

"Bak" dedim sana. "Gördün mü onu?"
"Ne tatlı şeysin sen" dedin, terbiyesizce.
Ağzımdan kaçaçak diye korktum, yakışmazdı bize.
Ama sana laf anlatmak mümkün mü?
Duramadın yerinde hızlı hızlı atmaya başladın.
Göğüs kafesimi zorladın.
Ve en kötüsü soruların başladı:

-Çok tatlı ama, neden kaçırıyorsun gözlerini?
-Ne?
-Tatlı diyorum heey, dinlemiyor musun beni.
-Ayıp, yakışmaz bize.
-Ooo senle işimiz var, adı ne acaba?
-Neyse ne. Bizi ilgilendirmiyor...
-Kendi adına konuş. Beni ilgiledirdi bile. Sesimi dilne, kalbinin sesi bu alooo!!!
-İyi git kendin konuş, olmaz dedim.
-Niye olmazmış ya? Bak yanlız başına oturuyor. Konuşsana şunla.
-Olmaz, ol-maaaz. Yakışmaz bize.
-Aaa sıktın ama. Çıkart beni burdan. Abi yok nerde buranın kapısı? Çıkacağım ben.
-Seni dinlersem yine üzülürüz.
-Üzmez bu, baksana nasıl da tatlı...
-Öyle ama... Yok olmaz....
-Niye olmaz. bal gibi de olur. Olur bal gibi oluuuur.
-Arsızlaştın yine sen. Tamam güzel, tatlı, hoş ama...
-Bak sen söylüyorsun. Şükür bi gelişme var sende. Ha gayret, al sana istediğin kadar cesaret.
-E ne söyleyeceğiz. Sizi gördüm. çok hoşuma mı gittin diyeceğim.
-Süper... Hiç bozama abiciğim aynen patdanak söyle. Sevdiğim ben bu jeneriği.
-Bir bahane bulmak lazım.
-E onu da sen bul artık. O kadar gaz verdik...
-Ne olabilir, ne, ne?
-Abi tiren değil o. Diyecektim. Gördü baktığını. Yuh diyorum. O kadar da bakılmaz ki. Daldı bu alooo...!!!

Yakalanmıştım, yakalanmıştık.
Yüzüme zerkettiğin kanlarla kıpkırmızı bir suratla öylece kalmıştım.
Ta ki yüzüme tatlı tatlı gülümseyene kadar.
Ben şaşkınlıktan renkten renge girerken, sen kutlamalara başlamıştın bile.
Ama ikimizin de bilmediği bir şey vardı.
Bu da diğerlerine benzeyecek miydi?
--------
İstanbul’da Işıl ışıl bir Nisan güneşi vardı.
Moda sahilinde sen ,ben -yani biz- ve o, bir bankta denizi seyrediyorduk.
Daha doğrusu o denizi seyrediyordu biz de onu…
Siyah saçlarından yüzüne kızıl bukleler düşürmüştü.
Kalın bir çizgiyi andıran kaşları, çıkık elmacık kemiği
ve buna uyumlu, kaydırağı andıran dümdüz burnuyla sakin ve dokunaklı bir ifade vardı yüzünde.

Bazen küçük bakışlar atıyor, gülümsüyor ve yine uzağa dalıyordu.
Bir iç hesaplaşma, bir karar anı –daha çok kararsızlık- bir belirsizlik vardı bakışlarında.
Vardı bir şeyler ama bu bizi ilgilendirmiyordu.
Daha doğrusu ilgilendiriyordu, -fena halde merak da ediyorduk ama- farkında değilmişiz gibi yapmak işimize geliyordu.
Kim böyle bir anda sorunları konuşmayı ister ki…
Ama o istiyor gibiydi…

Bir ara yüzünü bana çevirip güldü. Bir kelebeğin kanat çırpmalarını andıran gamzeleri üç defa açılıp kapandı.
Bu tedirgin gülüş, söyleyeceği şeyi söylemekten çekindiğini belli ediyordu.
Bunu özellikle yapıyor gibi bir hali vardı sanki…
“Analizci kesildin başımıza, kızcağız bişey söyleyecek sana, bön bön bakacağına bir tepki ver”
Kendimi toparlamaya çalışarak dikkatli bir dinleyici edasıyla gözlerimi açıp kaşlarımı kaldırdım.
Yüzüme koyduğum gülümseme huzursuzluğumu gizleyemeyecek kadar acemiceydi.
Neyse ki onun hali benden kötüydü de bunu fark edemedi…

Kan kırmızısı dudaklar ağır ağır kıpırdadı…
—Bir gün uzaklara gitsem ve dönmesem… Çok üzülür müsün?
“Abi iki hafta oldu tanışalı. Ne gitmesi ne uzakları, ne üzülmesi, ne alaka bu soru şimdi bu? Sor abi, nerden icap etti? ”
—Bu soruyu neden soruyorsun?
“Süper soru, seçenekleri söylüyorum: A) Bilmiyorum B) Öylesine sordum C)Hiç bir fikrim yok D) Hepsi E)Hiçbiri”
—Sordum işte, bi sebebi mi olmalı. Sen cevap ver, üzülür müsün gerçekten? Bu benim için çok önemli.
“Abi üzülürüm de kapansın konu. Diyeceğim ama, kapanmayacak sana söyleyeyim. Daha politik bişi bulmak lazım.
Yok daha anlamsız bir şey bulmak lazım. Hem önemli diyor hem de nedeni yok… Ben pes ediyorum.
Sen kalbin yok muş gibi cevap ver. Ben şurdan kendime bi çay alacağım
döndüğümde siz yeniden sessiz sessiz bakışıyor olun e mi?”

—Gitmeni istemediğimi biliyorsun. Sorunun cevabına gelince,
gittiğinde üzüleceğim ya da üzülmeyeceğim, bir tepkim olacak ama bunu sen asla öğrenemeyeceksin…
-----------

Tüm güzelliklerin bir gün biteceğini biz -zaten- biliyorduk kalbim.
Bunu da onlar öğrettiler.
Her şeye hazırlıklı olmayı öğrettiler.
Canım dediğinin canını olmadığını
Öyle göründüğünü, maskeleri, yalanları…
Ani gidişleri, kayboluşları,
Nedensiz ayrılıkları…
Bıçak sırtı sevdaları, kelebek gülüşleri...
Paranoya sevdaları, hepsini, hepsini öğrettiler.

Ama biz de boş durmadık.
Üzülmemeyi öğrendik, yıkılmamayı.
Düştüğümüzde kocaman gülücüklerle kalkmayı…
Varsa bir derdimiz birbirimizle konuşmayı.
Bizim bizden başka kimsemiz olmadığını.
Kimsenin bizim kadar sevemeyeceğini
-Ama birbirimizi sevdiğimizden fazla değil-

Böyle olmasını biz istemedik kalbim…
Derin yalnızlıkta bulduk biz kendimizi.
En siyah karanlıklarda fark ettik bunu,
Ağlamaktan kurumuş gözlerde,
Slow çaresizliklerde, bir cep telefonunun sessizliğinde.
Kırık bir aynada, cam kesikleriyle dolu bir elde,
Yarısı içilmiş bir çay bardağında,
Ağzına kadar dolu bir küllükte,
Doğum gününde alınmış sahipsiz bir hediyede,
Ve “neden, neden” soruları arasında öğrendik biz bunu.
Bir daha dedik.
Ardından baktığımız
Hiçbir çıkık elmacık kemiği,
Hiçbir kelebek gamze,
Ya da hiçbir kan kırmızısı dudak, üzemeyecekti bizi.

----------

ARA NOTLAR 1

Sen sigarayı hiç sevmedin kalbim...
Ben kokusuna bile tahammül edemezdim...
Biz ne zamandır kül tablalarını doldurur olduk?
Bu kötülüğü bizsiz onlar için mi sürdürüyoruz yoksa onlarsız zamanlar için mi?

---------

Biz acılarımızı hep tütüne sardık.
Öyle mi görünüyor dersin uzaktan.
Olmadığını bilirsin.
Biz güçlüyüz, biz zoruz kalbim.
Bizi yıkamazlar artık...
Sigara tefarruatt.
Sigara göz aldanması.
Biz küçük tesellilere hiç sarılmadık.
Ufak kavgalaın adamı olmadık.
Her düştüğümüzde almadık soluğu küf kokan meyhanelerde.
Kadehlerde teselli aramadık. orhan dinlemedik. müslümü sevmedik bile.
Kadere isyan etmedik.
Kaderimizi de birbirimizi sevdiğimiz gibi.
Kaderimizi de onları sevdiğimiz gibi sevdik.


devem edecek..

Deniz Seki Haber Sundu, Sırada Ne Var?

Meğer ülke gündemi böyle taze bir “hadise” bekliyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Magazin insanlarının magazinin içinde kalmasını yeğleyen biri olarak “Portakal, Deniz sen de orda kal bu taraflara zıplama” arzusundaydık ama olan oldu ve bir akşam “beeeciiik” diye cıktı karşımıza yasak aşkların son mağdure kraliçesi.
Yıllar sonra bu günler nasıl konuşulur sizce: “Tarih 2007 falan, ülkede bir su, bir de spiker sıkıntısı had safhada. Yılların anchorman/womanları iki kelimeyi bir araya getirip haber sunamaz olmuşken ve Mehmet Ali Birant bir akşamı 86 dil sürçmesiyle tamamlarken Deniz Seki bütün haber programlarının aradığı taptaze 0rh+ kan olarak yüksek dozdaki ricalar kırmayıp, Kral TV haberlerini sundu… Gerçi “İki terörist yaralandı yerine yakalandı” diyen deniz seki sonra bunu “pardon yaralandı” diyerek düzeltti ama o kadar dil sürmesi bırakın kadı kızını Birant’ta da ziyadesiyle var zaten.. Bazı kendini bilmez siteler Deniz Seki'nin giydiği fırfırlı gömlekle, deniz bulmuş dalgacı moduna girip dalgasını gecmeye kalksa da, velhasıl deniz seki hem farklı bir şey yaptı hem de kendini tekrar etti yani, yine işiyle değil yaptığı hatalarla gündeme gelmiş oldu.”
Aslında kimin ne iş yaptığını kestirmek bir hayli zor bugünlerde.
Deniz Sekiye bu yüzden kızmak mı yoksa “amaaan” deyip geçmek mi gerek, karar vermek zor tabi. Benim korkum, Atilla taşın tartışma programı sunması, Fatih Ürek’in köşe yazarı olması, Lerzan Mutlu’nun bir haber kanalının başına getirilmesi…
Zira, beyaz camın diploma ve uzmanlık arama gibi bir derdi kalmadı galiba. En azından artık durum bunu gösteriyor.
Ama işin en kötü tarafı bunun televizyon dünyasında bir alınganlık haline gelmesi değil, başka alanlara sıçraması ki bunu da görebileceğimiz en son yerde, mecliste görmüş olmamız.
CHP Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal, şarkıcı Deniz Seki'nin ana haber bülteni sunmasını görüyor ve o anda kafasında bir lamba yanıyor. (AKP lambası değil) Ve memleket meseleleriyle uğraşmayı bir kenara bırakıyor (daha önce uğraşıyor muydu bilinmez ama öyle varsayıyoruz) ve hemen anında bu konuya vakfediyor bütün mesaisini.
Yüce bir vazife şuuruyla soruyor: “Sayın başbakan, 'esas mesleği spiker olmayan bir kişiye hangi amaçla haber bülteni sunumu yaptırılıyor? TMSF, Deniz Seki'ye ne kadar ücret ödemiştir? Bundan sonra Deniz Seki gibi kimlere haber bülteni sundurulacak? Sanatçılara hangi amaçla haber bülteni sunumu yaptırılmaktadır? Deniz Seki ile bu amaca ulaşılmış mıdır?'' Sayın vekil o kadar coşmuş ki, vatan millet Sakarya, ilk hedefimiz spikerdeniz” modunda hızını alamayıp, “Ya yarın Nazire, Deniz’i kıskanıp, ben de haber sunmak istiyorum" diye Kral TV’nin kapısına dayanırsa ne olacak? diye sormadığı kalmış.

İşin en ilginç tarafı durumdan en fazla rahatsız olması gereken kişilerden biri olan Birant, Seki’yi Kanal D haberde ağırladı ve tebrik etti.

Öyle bir ülkede yaşaıyoruz ki, farklı bir alandan gelen birine uzmanlık alanı olmayan bir işi yapması icin üstüne para verilirken, kendine verilen işi en iyi şekilde yapan bir başkasına verilen ödül onu dışlamak olabiliyor
.