Ekşi Sözlük Kendi Eblehliğinin Kurbanı mı?


Ekşi Sözlük'ün giriş sayfasında berbat bir Türkçe ve imla kurallarından bihaber bir bitiş cümlesi var "devletin milletini küçük düşürmesi ve ebleh yerine koyması yasaktır."
Sitenin kullanıcıları Ebleh kelimesini şöyle açıklamışlar: "dengesiz hareketler yapan, dengesiz konuşan, düşüncesiz ahmak (..)"  Sitede Peygamber Efendimize hakaret edenler -sarf ettikleri sözler itibariyle- tam da bu tanıma uyuyor.
Şeyler içerden değişir oysa, başka bir deyişle, içerden bozulur.
Bu kural, abuk sabuk bilgi kaynağı" Ekşi Sözlük için de geçerlidir.
Düne kadar Ekşi Sözlük'te çiziktirilen hakaret ve saygızlığın artık sayfa kenarlıklarından taşıp, ekrana falan bulaşmış olmasına (gereksiz konularda bağırmaktan diyelim) sesi çıkmayan kişiler -en başta kendi yazarları-  kafasını gömdüğü kumdan çıkarıp "Ekşi Eblehliğime dokunma" diye telaş içinde sağa sola koşuşturmaya başladı.
Ekşi hadsizliğin kapatılması, ya da reklamyok kampanyasındaki zamanlama manidar bulunabilir. No panic ,  bu ülkede bişey olduğunda mutlaka manidar bir zamana denk gelir zaten.  Ergenlik sivilcesi patlamamış siyasi bilinçle paniklemenin alemi yok

Sözlüğe bu zamana kadar asgari bir güven vardı. İyiydi hoştu ilişkiler. Bu yüzden oraya gerektiğinde bilgi almak için girilir ve sağı solu kurcalamadan usulca çıkılırdı. O konuda ne yazılmış, bu konuda ne yazılmış diye şuursuzca, septik bir sörf ihtimali olmayacağına göre bu hakaretleri herkesin göremesi ve yazıldığı anda tepki çekmesi pek öngörülebilir bişey değil.
Kaldı ki, Ekşi Arsızlıkta temel sorun "manidar zaman" değil, hakaret dolu saygıslık. Ortada Müslümanların Peygamberine yapılan bir terbiyesizlik varken Ekşi hakaretlerin susturulumasını istemeye gösterilebilecek en akil ve makul tepki "Bunu yapmak için neden bu kadar geç kalındı?" olması gerekirdi.

Neden şimdi sorusunun aslında basit bir cevabı var: siz zamanında otokontrolünüzü yapmazsanız birisi gelir ve en umulmadık anda ya da onun tam da istediği zamanda sizi fabrika ayarlarına yollar. Çünkü bunun olmasını siz canı gönülden istediniz, ama farkında değildiniz. Farkına varmanız için birinizin nasırlaşmış duyarsızlığınıza cuvaldız batırmasıydı.
Ekşi Dengesizliğe ayar çekmek, içindeki pislikleri temizlemek, yamulan taraflarına bir iki çekiç vurup düzeltmek daha makul olanı elbet ama öyle görünüyor ki hala özgürlüğün ne olduğunu -ki şu oluyor; kendine ve başkasına zarar vermemek şartıyla her şeyi yapabilirsin- i kavrayamamış bir yönetimin dümen suyunda kendini kapattırmak için şuursuz bir direniş gösteriliyor.
Yani bugün o yazılanlar kalkmış olsa bile yarın başkalarının kişisel alanlarına hakaretler sürmeye devam edecek. Bu durumda -malesef- elimizde kalan tek şey Ekşimiş Özgürlüğün foseptik çukuruna dökülüp üzerinin kireçle kapatılması.

"İsteyen Ekşi Sözlük'ü kapatabilir. Sağ üstte tuşu var" sloganını üstün hizmet madalyası gibi taşıyan yarım akıllı bir gruh var. İnsan biraz aptal olsa ne güzel söz diye hayran bile olabilir. Ama kaz-manın ayağı öyle değil malesef. Özgürlük bir başkasının özgürlüğünün sınırında biter. Hem ön koltuk hem cam kenarı olmaz. Zira iş isteyene kalırsa ortada isteyebileceğiniz bir durum olmaz. Mesela isteyen sözlük yazarlarının ağzını burnına bir kaçtane kapatabilir, desek hoş olur muydu? Onlarda üstte zira.
Durum gayet basit aslında, kapatılsın denildiğinde bu kadar agrasif olanlar hakaret başkasına yapıldığında ne hissetmişti acaba? Bu sorunun cevabını verebildiklerinde ortada kapansın mı kapanmasın mı tartışması diye birşey kalmayacak.

Zamanın Külleri


Kaç zaman geçmiş senle biryerlerde oturup
İnce belli bardaktan birer çay içmeyeli.
Yüzünde gamze gamze açan gülüşlerinle
Sözleri balla kesip gülle beslemeyeli.
Kaç zaman geçmiş ellerimden kayıp gideli.

Her biten şey gibi bitmedin sen aslında
Giden sen oldun kalanı emanet hafızamda.
Açtığın yaraları kapatsa da zamanın külleri
Elbet bir dirilten vardır umut kılıklı ölüleri
Çok zaman geçmiş seni umut etmeyeli. . .

Yani sen, var gibi dursan da geçmişin ufuklarında
Sanma ki bir çınar gibi kök saldın topraklarımda.
Ayağımda çürümüş bir pranga, yahut bir taş
Bir eyvallahlık hukukun var sözlerimin sonunda.
Çok sular akmış, yağmurlarında ıslanmayalı.

Hayat Bize Benziyordu . . .


Hayat bize benziyordu ışıklar sönünce
Karanlık yanlarımızı saklıyorduk birbirimizden
Ellerimizde riya hüzmeli fenerler tutuşturup
Dikenli bakışlarımızla ve çıplak ayaklarımızla
Dikenlere basmadan yürümeyi umuyorduk
Hayat bize benziyordu, biz uslanmıyorduk.

Hayat bize benziyordu bir çocuğun gözlerinde
Elimizden alınan şekerlere ağlarken en başta
Her şeye ağlamayı öğreniyorduk zamanla
Elimize vurulup alınırken hayatlarımız
Kaderimiz olurdu alkışı hak etmeyen alkışlarımız
Hayat bize benziyordu, biz umursamıyorduk.

Hayat bize benziyordu, uçurumun kenarında
Düşmeden, düşmelerin korkusuna tutunuyorduk
Görüş dediğimiz sığlıklarda boğulurken rüyalarımız.
Altımızdan çekilip alınan dağlarda gölge arardık.
Yalanları hakikat, gerçeği büyük yalan sayardık
Hayat bize benziyordu, biz aldanıyorduk.

Şimdi sen orada bir yerdesin.


                                             
Şimdi sen orada bir yerdesin ya
Şimdi baktığımda görecek
Çağırdığımda duyacak kadar yakın
Bir nefes mesefesinde olmasa da vuslat
Bir gönlü alacak kadar,
Güneşim diyecek kadar burdasın.
Fakat neden gitmiyor güneşin önündeki bulutlar?
Bir yıldız kadar kayıp, bir sual kadar cevapsızsın.
Şarkılarda kaybettiğin minik kız çocuğu
Hangi yangında bıraktıysan orada bekler seni.

Bir yanın uçurum bir yanın ben ve ellerin.
Ellerin kendi duasına amin der gibi
Yüzünü kapatır güneşten saklanır gibi..