Afişle Kaçak Sigara Biter mi?



Osmaniye polisi tarafından aylardır afiş, ilan hatta bardakaltlığı ile kaçak sigara uyarıları yapılıyor. Uyarılarda alınan her sigaranın kurşun olara döneceği anlatılmaya çalışılıyor.
İşin özünde Kaçak sigara alarak Pkk’ya destek olmayın deniyor kısaca. Evet mantık olarak doğru; kaçak sigara terör örgütüne maddi kaynak sağlıyor ve bunları alanlar ise dolaylı olarak örgüte yardım yapmış oluyor.
Vatandaşları kaçak sigaranın zararları hakkında görsel olarak bilinçlendirmek amacıyla bardak altlığı dağıtmak, afiş bastırmak sadece devlete maddi külfetten başka bir şey getirmiyor.
Zira sigara bilinç değil daha çok bilinçsizliğin tetiklediği bir tüketim maddesi. Bağımlılık sosyal bilinçten daha kuvvetli bir tetikleyici.  Bu yüzden de parası olmayan için sigarada öncelik bilinç (kaçak olması) değil bağımlılık (ucuz olması). Yani tiryaki açısından o sigara kaçak sigara değil ucuz sigara olarak görülüyor öncelikle. Maddi imkanı olanlar zaten tekel bayilerinden ya da marketlerden – diyelim-  bandrollü sigaraları alıyor. Kaçak sigara maddi durumu elvermeyen kişilerin tercih ettiği bir yol.
Kaçak sigara piyasadaki sigaraların aksine daha düşük kaliteli, içimi kötü ve vücuda daha fazla zarar veriyor. İçen kişi de bunun farkında. Fakat daha ucuz olduğu için gidip kaçak sigarayı alıyorsa siz bilinçlendirseniz de alacak. Zira daha fazla ödeyemeye parası yetmiyor.  Parası olsa o taraflara tenezzül dahi etmeyecek. Sigaraya yüksek vergi koyduğunuzda kaçak sigarayı da bir noktada teşvik etmiş oluyorsunuz.
Kaldı ki bilinçlendirmek salt afiş asmalar, bardakaltılar basmakla olmaz. Bilinç oluşturma bu kadar basit olsaydı, bu ülkede trafik kazalarındaki ölüm oranı terörden kat kat fazla olmazdı.  Bu ucuz sigarayı alan kesimin içinde akil insanları bulursunuz, onların çevresinde toplumsal bir çekim alanı oluşturursunuz o zaman biraz yol alabilirsiniz.  Ama arz var olduğu sürece talebi bitiremezsiniz.
Fakat işin garip tarafı şu; vatandaş bu kaçak malları umama açık yerlerdeki dükkanlardan ya da seyyar satıcılardan temin ediyor.
Bu malla tenha yerlerde, gece vakti ya da döner ekmeğinin içinde satılmıyor.  Birçoğu vergi levhaları olan bakkallarda ya da gündüz gözüyle seyyar satıcılar tarafından pazarlanıyor. Tamam, açıkta kaçak sigara göremiyorsunuz ama tezgâhın altında karton karton sigaranın olduğunu anlamak için de müneccim olmaya gerek yok.
Dükkâna girip kaçak sigara istediğinizde, sizden kimlik, ikametgah sormuyorlar, polis olmadığınıza kanaat getirirlerse “hay hay” deyip veriyorlar.
Tabi tam da burada akıllara gelen bir soru var. Emniyet, kaçak sigara ya da çay satan yerleri bilmiyor olabilir mi? Neden buralara baskın yapıp mallara el koymuyor da vatandaştan almayın deniyor? Seri baskınlar yaptığınızda bunu bitirmek o kadar da zor bir durum değil. 
İçeri giren kaçak sigarayı azaltırsanız içerde satanı da baskınlarla bunaltırsanız elindeki sigaraya her defasında el koyarsanız, satamaz ederseniz, bu da satılmaz. Devlet neye olmaz demiş de olmaya devam etmiş.
Vatandaş bilinçlenmeli, tamam da  sigaraya zam yaparak, kaçakçıya oyun alanı bırakarak bu işi bitiremezsiniz.  Madem konu kurşun sıkmak kadar mühim, kaçak satış yapan dükkanlara göz açtırmayarak, nefes aldırmayarak, ümüğünü sıkarak ne kadar bilinçli olduğunuzu ne kadar “milliyetçi” olduğunuzu gösteriverseniz ya. 

Yerel Medya Neden Adam Olmaz


Vakti zamanında yerel gazetelerin bir ağırlığı, ehemmiyeti ve kayda değer bir okuru vardı. Gazetede yazan şey, anayasa maddesi gibi önemsenirdi. Di diyorum çünkü o günler eskide kaldı.
Artık yerel habercilik ismi gibi yerlerde sürünüyor. Ölmüyor da. Şırıngayla, serumla ayakta duruyor.  Bazıları devletten aldığı ilanlarla günü kurtarırken bazıları da o gruba, bu ticari işletmeye, şu partiye, berideki belediyeye, ötedeki iş adamına yaslanarak, sığınarak, tutunarak hayatını devam ettiriyor.
Geçen gün bir İnternet sitesi, sanırım Şebinkarahisar’ın yerel gazetesiydi. İşte orada yazan bir köşe yazarı, “Zordur yerel basında ayakta durabilmek” şeklinde dert yanmış. 
Yerel gazete çıkarmak da ayakta kalabilmek de kolaydır aslında.  Tamam, bir takım zorlukları vardır ama siz ayakta kalmak için nereye tutunmanız gerektiğini bilemezseniz; sendelersiniz, düşersiniz ya da biri sizi düşmekten kurtarır ama bu ayakta kalmaktan daha iyi değildir. Siyasiler ve güç merkezleri  sizi öyle bir yönetir ki ne yükselirsiniz ne de düşersiniz.  Birilerinin oyuncağı, borazancıbaşı olursunuz, sonra da utanmadan biz vatandaşın  sesiyiz diye caka satarsınız.
Oysa yaptığınız haberi, haberini yaptığınız kişilerden başkası okumaz. Okusa da kale almaz.
Sonra, berbat bir üslubunuz vardır. Kullandığınız kelime sayısı bile iki yüzü geçmez.  Bir haber nasıl yapılır, habere nasıl başlanır, nasıl bitirilir, neresi vurgulanır, başlığı nasıl atılır, hepsinden bihabersinizdir. 
Köşe yazarlarınız “Sevgili Okurlarım” diye başlar yazıya, -sanırsın sevgilisine aşk mektubu yollar-, bir tek gazetenin kenarında yanık izi eksiktir.  Köşesinde şehrin sorunlarından ya da gelişmelerinden –diyelim- bahsetmez, bahsederse de ya bir siyasinin, bir yöneticinin ya da bir iş adamının şakşakçılığını yapar –sayın başkanımız ultra süper görüşlerini açıkladı- ,   olmadı dağlardaki çiçekten böcekten bahseder. At kadar at gözlüğü takarlar, asıl yazılması gerekeni görmez görürse de yazamaz. Oturduğu yerden Başbakan'a laf söyler mesela ama Başbakan'ın atadığı şehrinin yanlış yapan herhangi bir kurum müdürüne bile iki kelime edemez.  Dış politikaya bile el atar vatan kurtarır ama şehrin altyapı sorununa kalem oynatamaz.
Yazarları öyle de muhabirleri farklı mı peki? Şehrin her yerinden haber fışkırır ama hiçbiri görülmez. Varsa yoksa siyasi demeçler, açılışlar, kutlamalar, parti programları, zengin çocuklarının düğünü başkanın gezi günlükleri. Olmazsa olmazlarıdır. “Bir gün bir yerel gazetede siyasi kimliğe sahip hiç kimseyi göremezseniz, o gün yerel basın kurtulmuş demektir” desem iddialı bir cümle sayılmaz. Hayır, siyasileri gazetelerde görmekten rahatsızlık duymuyorum, olmalı da ona da sözüm yok; söylemek istediğim haber değeri olmayan şeylerin de çok mühim habermiş gibi servis edilmesi. Belediye başkanı hapşırsa “başkanım çok yaşa” diye yazacak olan gazeteler var mesela. 
Bir de raporcular var. Cumhuriyet Bayramı törenleri mesela. Haber değerine sahip midir, evet ama “ 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenleri falanca yerde coşkuyla kutlandı” gibi kısa bir haber yeterli.  İşte, “Kaymakamlıkta bayramlaşıldı, stada konuşma yapıldı, şiir okundu, dereceye girene ödül verildi, geçiş töreni yapıldı” diye haber yapmak habercilik değil. Aynı şey her 29 Ekimde olur ve bunu 7 yaşındaki çocuk da bilir. Çıkarabiliyorsan o törenden haber değeri taşıyan farklı ilginç kareler bul. Olmuş bitmiş bir bayramın programını aynen geçmek kimsenin ilgisini çekmez, mazoşist değilse.
Dediğim gibi; aslında haber çok, yazabilene. Mesela çık bir caddeye sırayla esnafı vatandaşı dinle günü kurtaracak haberleri yarım saatte bulabilirsin. Nereden mi biliyorum?


Şöyle ifade edeyim; şehri yönetenler – valisi, kaymakamı, belediye başkanı vs.- bir günden bir güne sabah işine gitmeden önce buralarda halkla konuşup derdini dinlemiyorlar, bu yüzden de vatandaşların dertlerinden bihaberler. Sen çık dinle ve bunları yaz.  İşte o zaman gerçekten halkın sesi olabilirsin.