Eldiven


Anadolu’da çok temiz çok nezih lokantalar bulabileceğiniz gibi, bazen kimi şehirlerde yemek yiyebilecek bir tane yer bulmakta zorlanıyorsunuz.  Hele de o şehre yeni gelmişseniz, yabancıysanız; “Birader burada temiz bir lokanta var mı?” sorusunu soramıyorsunuz kimseye. Adamın eşref saatidir ters bir cevap verir, sonra al başına püsküllü belayı. “Lokantalarımıza pis dedi, vurun…” Bir anda ne olduğunu bile anlamadan kendinizi bir linç grubunun ortasında buluverirsiniz. Yani durum o kadar da kötü olmasa da insan ayıp olur diye soramıyor.

Yine böyle bir durumdayım. Caddelerde fellik fellik temiz bir tıkınma yeri arıyorum. Saatler sonra tam da ümidimi kaybetmiş perişan halde bir fastfoodcunun önünden geçerken gözlerim işte o aradığım manzaraya odaklanıveriyor.

 Üzerinde aşçı önlüğü başında külahı ve ellerinde lateks eldivenleriyle o aranıp da bulunamayan aşçı figürü arz- endam ediyor kapıda.

Ben çölde vaha görmüş bedevi gibi, daha sade bir dille anlatmak gerekirse –yeni açılmış mağzanın %80’lere varan indirimle sattığı ve birazdan bitecek olan teknoloji harikası ürünlerinden birini alabilmek için yemeden içmeden sabaha kadar mağza kapısında bekleyen ergenler gibi- kapıya saldırıyorum.  
Hemen en acilinden bir hamburger söylüyorum. Her ne kadar aç olsam da iflah olmaz titizliğim açlığıma el ense çekip meydan okuyacak kadar formunda. Siz açlıktan deyin ben titizliktendir o diye ısrar edeyim, öteki ‘neyse ney bana ne kardeşim’ desin, gözlerimi aşçıdan bir saniye bile ayıramıyorum.

Aşçımız eldivenli elleriyle hamburger köftesini atıyor, eldivenle ekmeği ikiye ayırıyor, malzemeyi çıkartıp hazırlıyor, köfteyi ekmeğin arasına koyuyor ve servis ediyor. Hep eldivenle.  

Ben bir yandan hamburgerimi büyük lokmalar halinde mideye yollarken, Anadolu’nun bu virane şehrinde böyle bir manzara, ne isteyebilirim daha diye şükrediyorum.

Ama mideme inen birkaç lokmadan sonra zihnime kan pompalanmış olacak ki gözümdeki perde bir anda iniyor ve kaçırdığım mini minnacık bir detayı fark ediyorum. Aşçımız kapıya çıkıp bir sigara yakıyor. Bu açlıkta dumansız hava sahasına takılmış olamam tabi, ben aşçının hala elinde duran eldivene takılıyorum.

Şükrü erteleyip hamburgere ters ters bakıyorum bir süre.  Ama o kadar acıkmışım ki bu minik detaya uzun süre  takılacak, eldiveni düşünecek durumda değilim. İşte tam yarısındayım hamburgerin. Bu defa bir el bezi alıp masaları silmeye koyuluyor bizimki. Eldiven hala elinde.  Hamburger de neredeyse bitmek üzere.  Ama bir türlü yutamıyorum, lokmalar ağzımda büyümeye, boğazımda düğümlenmeye, midemde oturma eylemi yapmaya başlıyor. Ayrana yükleniyorum ha bire.

Son lokmayı büyük bir gayretle yuttuğumda eldivenle girdiği lavabodan eldivenle çıkıyor bizim hijyen abidesi. Anlıyorum ki o eldiven sabahtan beri elinden çıkmamış ve akşam mesai bitimine kadar da aşçının eliyle olan seviyeli birlikteliğine devam edecek. Bir ayran daha istiyor ve mikrop kırıcı niyetine kafaya dikiyorum.

Ben bizimkinin lateksli eline hesabı teslim edip kendimi hızla lokantanın dışına atarken o işini yapmanın huzuruyla eldivenli elini yastık yapıp uyuma moduna geçiyor.

Tercumanı Yok Ahvalimin

Tercümanı yok ahvalimin
Ki ben de anlatamam derdimi.
Belki ben de öğrenir miyim bilmem
Kalemim kağıtlara söylese bildiğini
Halimin lisanı farklıdır
Farklıdır lisanımın da hali.
Ki ben de anlatamam derdimi.

Gözlerin; Berrak, Sakin Bir Deniz.

Gözlerin; berrak, sakin bir deniz.
Bakışınla saatlere çelme takarım.
Unuttuğum tüm şarkıları hatırlarım.
Titrer içim, üşürüm gözlerinde
Yine onlarla ısınırım soğuk gecelerde
Gözlerin; berrak, sakin bir deniz . . .