Twitter Gündemini Didikleme Denemeleri - 2


Yazmaya ara vereli bir hafta olmuş. Eni konu bir hafta. Benim için uzun bir zaman. İnsan sevdiği şeylere ara veriyorsa mutlaka mühim bir nedeni olmalı. Benim de var. Yeni işimin telaşı alışma süreci derken bir haftayı devirmişiz ve işte bu akşam yorgunluğa “ sen beni görmemezlikten gel bu akşam”  diyerek karşınıza çıktım.
Aslına bakarsanız bir yazarın niye yazmadığını açıklaması da saçma gelebilir tabi.  Ama bu bir sorumluluk duygusu, biraz sıkıcı da gelse  bunun söylenmesi taraftarıyım. Sorumluluk almayı öğrenme taraftarıyım büyük resimde.
#filmisimleriniarmutladegistir başlığı nerden baksanız ilginç bir fikir. Zira armut gibi filimler izliyoruz son zamanlarda. Aslında izlemiyor yarıda bırakıyor desek daha anlaşılır olur. Tabi bahsettiğim Türk filmleri. Konu gayet eğlenceli oluyor Türk filmlerine armut eklemesi yapınca. Ama benim favorim Ramazan ayı düşünüldüğünde “Şeytan Armutta Gizlidir”. Tabi topiğin açılmasında yine de bir zamanlama hatası var.  Konuyu ünlü düşünür düşünür söyler Sibel Alaş’a ait bir özdeyişle kapatıyorum:  “Bi' dakika, neden film isimlerini armutla degistiriyoruz? Bir şey mi kaçırdım? Vaktimiz mi bol? Çok mu sıkıldık? Delirdik mi sonunda? Nedir?”
Bu ülkede #Nezamanbitecek diye bir soru soru sormak kendini dalgıç kıyafetsiz derin sulara atmakla eşdeğer. Biri bitmeden diğeri başlayan dertlerin ülkesinde bir şeyin bitmesini beklemek saflık değilse aptallık bile sayılabilir. Kemiğe dayanan bıçaklara rağmen bitmeyen, bitirilemeyen, siyasilerin askerlerin ellerine yüzüne bulaştırdığı ve her seferinde de daha da içinden çıkılmaz bir hal alan terör için aynı soruyu sormaktan bıktık milletçe. Siyasiler ağzında laf gevelemekten intikam yeminleri edip sabah yeminini bin kere bozmaktan bıkmamışken bitmesinden umut etmek aptallık olur. Kimse terörü yazmasın bu ülkede, kimse teori üretmesin, çözüm şu demesin. Yazarlar ahkam kesmesin muhkem köşelerinden. Başımızda bu kadar beceriksiz varken bırakın terör sorununu çözmeyi ayakkabı bağımızı çözebildiğimize d+ edelim.
Armut ye,dua et,sev. 

Vali Bey Bunlardan Haberdar mı?


Nüfus Cüzdanımı değiştirmek için Osmaniye - Düziçi ilçe nüfus müdürlüğüne gittim. Oradaki isminin Dursun olduğunu söyleyen memur eski kimliğimdeki soğuk damgayı göremediği için benim resmi sonradan yapıştırmış olabileceğimi ve kimlikte tahrifat yapmış olabileceğimi bu yüzden muhtardan değiştirme belgesi almamı söyledi.
Aslında kimlikte soğuk damga belliydi, evet ilk günkü kadar net bir görüntü yoktu ama ışığa tutulduğunda görünüyordu.  “Bakın memur bey,  diyorum,  yani ne lüzumu var şimdi oruç oruç muhtara gitmenin, damga arka yüzde gayet net belli.”
"Resmin üzerindeki görünmüyor” diye cevap veriyor.
“O kadar olsun artık diye üsteliyorum, Kimlikteki fotoğrafın aynısından bir tane de zaten sizde var, üstelik tüm nüfus bilgilerim de sizde. Sizin verdiğiniz bir kimliğin bana ait olduğunu siz bilemeyeceksiniz de beni ömründe ancak bir defa o da seçim günü görmüş bir muhtar nasıl bilsin, neye dayanak olarak bunu istiyorsunuz” diyorum. “Kardeşim sen olduğundan emin değilim” o yüzden istiyorum diye sert yapıyor.  Yani emmisi oğlu gelse, komşusu Fatma teyze gelse onları tanıdığı için damgaya falan bakmayacak. Bildiğiniz yokuş yapıyor.  Ya da en azından ben ilk başta öyle sanmışım. Beterin beteri de varmış.
Belgeyi araştırdığımda karşıma çıkan şey benim nüfus müdürlüğünde gördüğüm ağırlamadan daha farklıymış. İstenilen belge "nüfus cüzdanı talep belgesi" ki bu normal prosedür.  Yani "kimliğini değiştirmek isteyen her vatandaş muhtarlıkça düzenlenen fotoğraflı nüfus cüzdanı kayıp ve değiştirme belgesi ve bir fotograf ile birlikte İlçe Nüfus Müdürlüğüne başvurur." Tırnak içerisindeki ifade ilçe kaymakamlığının İnternet sitesinden alındı. (http:----www.duzici.gov.tr--default_B0.aspx?content=386) Oradaki her vatandaş ibaresi bildiğimiz herkesi ifade ediyor. Ayrım yapmıyor.
Bu durumda insanın aklına bazı sorular geliyor: Bu normal prosedür ise yani her vatandaştan istenen belgeyse neden herkesten alınmıyor da bazılarına "damgayı görmedim, imzayı çıkaramadım" diye pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Madem bu standart prosedür neden nüfus memuru bunun standart prosedür olduğunu söyleyip benden belge istemiyor da beni potansiyel şüpheli gibi, sahtekar gibi, suçlu gibi "damga tam belli değil o yüzden muhtardan belge getir" diye aşağılamaya kalkıyor.
Memurların vatandaşı aşağılamasıyla ilgili (kimlik hoşuna giderse değiştir, gitmezse sahtekar muamelesi çek muhtara yolla şeklinde)bir kanun, kanun hükmünde kararname ya da bir yasal düzenleme var mı?
Yoksa iç hizmet kitapçığında işine gelenin işini yap gelmeyeni muhtara yolla yokuş yap mı yazıyor.
Muhtardan belge istemek yasal bir düzenleme ise her kimlik değiştiren vatandaştan "nüfus cüzdanı talep belgesi" isteniyor mu?
Belge istenmiyorsa kanun mu yanlışlık yapıyor memur mu ayrımcılık?
Mesela eşe dosta uzaktan tanıdığa kıyak çekilip onları yormak yerine, sorumluluğu üzerine alarak eşi dostu yorulmaktan kurtarıyorlar mı? (Kaymakamlık yazı işleri müdürü bunu neden sorun yaptığıma dair nasihat ederken neden üstüne sorumluluk alsın nüfus memuru, o da sorumluluğu muhtara bırakıyor demişti)
Bu konuda memurunuza bir yaptırımınız olacak mı yoksa bizim verdiğimiz vergilerle evine ekmek götüren bir memur bizi hala aşağılama denemeleri  yapmaya devam edecek mi, mesela başka bir dairede yasal prosedürü  işine göre değiştirilip bir rant kapısı falan yapılır mı, yoksa bu “benim memurum işini bilir anlayışı” değişir mi? Umutlanmalı mıyız?

Twitter Gündemini Didikleme Denemeleri - 1


Bugünden itibaren farklı bir deneme yazmaya karar verdik. Ben, keyfim ve kâhyası bu amaçla iftar yemeğinde buluştuk. Ben dedim ki “Bulgur pilavının tuzu sanki biraz fala olmuş, bunu sahurda yemeye falan da kalkarsak fena halde susatır.” Keyfim araya girdi “Bırak pilavı sen türlüye fokuslan. Mercimek köftesinin tadına bak”. Kahya kahyalığını yapıp “Bak balık da var efendimiss ondan almaz mısınız” diyecek oldu, hemen sözünü kestim: “Bırakın uleeyn iftar sofrasında yemek muhabbeti mi olur, Afrika’yı düşünün, Somaliyi, Sudan’ı tefekkür edin, sms çekin, bağış yapın, bilinç kazanın, olmadı susun ve yemeğinizi yiyin, hem buraya bunları konuşmaya mı geldik?

Her günün sonunda TT olmuş konular hakkında birkaç cümlelik kelam edeceğiz kendi üslubumuz ve de fikriyatımızı katarak. En başından söyleyeyim sevgili –bir ara- okur, yazdıklarım kendimi bağlar, keyfimi kelepçeler, kâhyayı sorgular en fazla. Maksat güldürmek, güldürürken de öldürmek. Tüm abuk sabuk fikrisabitleri ve de düşünceleri.
“ankaraliolmakdemek  behzat ç. Yi izlemek demektir heralde” cümlesine, cümle içerisinde geçen ‘herhalde’ belirsizliğinden daha net bir fikirle katılsam da imlası bu kadar berbat olan birinin izlediği dizi yorumundan kimse hayır beklemesin. Ankara’da Türkçe öğretmeni kıtlığı mı var? Ankaralı olmadığım için Ankaralı olmak konusunu teğet (teyet yazan da var, ben gördüm) geçmeden önce sırf içinde ismim geçiyor diye Tunalı Hilmi’de gezmişliğim var. Bir de Hüseyin Bağcı hocamın Vosvosuyla turlamamamız var ki Ankara caddelerinde, unutamam.  Oyun havaları mevzusuna hiç girmiyorum. Teğet , teyet, teyyt.
Turklereozgudavranislar mevzusuna bir dalarsak işin içinden çıkacağımız konusunda şüphelerim var. Sahura kadar konuşsak bitmez, bayrama kadar konuşsak güncelliğini kaybetmez. Lakin konu hakkında yazılanları okurken “TT'dekileri toplayıp haber yapıp habercilik yaptım diyenler var” cümlesine takılıp kaldım.
Haberciliği buraya indirgeyenler ne kadar habercilik yapmıştır da böyle bir yorum yapma hakkını kendinde bulur, hep merak etmişimdir.  “Adamlar yüz tane haber bulsun koysun, bir tane TT haberi geçsin sen de git tüm haberciliği iki TT’ye bağla. Koca koca gazeteler senin bir tivitine mi kaldı angut” diyesi geliyor insanın. Burada yazan twiti siteye koymak işin tuzu, biberi, çerezi, mezesi, fonda çalan Ferdi Tayfur şarkısı mesabesinde bile olamaz. Kaldı ki o TT’lerin birçoğu haberler sonrası oluşur.
“Buhayvanibulun” konusu en ciddi gündemlerden biriydi. Diyeceğim ama burnuma kötü kokular geldiği için bu TT’ye biraz mesafeli yaklaşıyorum.   Beşiktaş bayan voleybol takımı alt yapı oyuncusu 19 yaşındaki Nurcan İbrahimoğlu’nun dayak yemesine ait tek bir satır haber, kınama ya da sahiplenme göremedim  http://www.bjk.com.tr sitesinde .  Yetkili makamlardan bir açıklama gelene kadar konu askıda.
Kör ölürse badem gözlü olurmuş ama Arda Turan Atletico Madrid’e transfer olunca Ardaya toz kondurmayan Galatasaray taraftarlarından bir anda Twitter’da ardaya veryansın etmeye, 10 numarayı hak etmedi demeye, “küfrederek izlemektense haydi aslanım deriz artık” itirafına kadar çeşitli ağırlıkta yüklenmeler gördük.  Bir Fenerli olarak Arda’nın bizi Avrupa'da temsil etmesi, fahri elçimiz olması (bak bu lafa da bayılırım) haliyle diğer fenerliler gibi beni de mutlu etti.  Neşeli tivitler atmamız da sırf bu yüzden. Ardında başka sebep aranmasın lütfen. Tamam Kadıköy’de bir galibiyet göremeden gitmiş olabilir, Türkiye Sinem Kobal’ın o fevkaladenin terasındaki oyunculuğundan mahrum kalacak olabilir, ama tüm bunlar katlanılabilir durumlar. Transferin Galatasaray’ın şikede adının geçmesinden sonra gerçekleşmesinden sonra arkadaşa gemiyi ilk terk eden muamelesi de çekmeyelim.  Hayırlısı diyelim geçelim. Şimdilik.
İngiltere-Hollanda maçının iptali çok konuşulurken İngiltere’de çıkan olayların bu gelişmenin sayesinde Twitter dünyasında fark edilmesi ya da daha sık anılmaya başlanması ilgi alanlarımızın ne kadar sağlıklı, ne kadar sığ olduğu konusunda ciddi doneler barındırmakta. Bu konuyu da sosyologlara paslayıp günü kapatmak niyetindeyim sevgili tivit atan okur.
Elimizde kalan Engin Baytar transferi Arda Turan’ın gölgesinde kaldığı için, Deniz Arman konusu halihazırda pek de ilgimi çekmeyecek kadar sıradan olduğu için yazmıyorum.
Winnie The Pooh mezusunu da  yarına saklayalım.
O konu daha çok “su”  götürür.

Aydın Dadı Değildir.


Aziz  Nesin’i severim diyeceğim ama –popülizme el sallamanın, ısrarla mantion atmanın, pokelemenin alemi yok- şu cümleyi kurmuş bir kişinin nesini seveyim: “Bir gün bu memleketin yanağına öpücük, başucuna da bir not bırakıp gideceğim:  Notta şunlar yazılı olacak. Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım!”

Nesine tav olmuştur da başka ideolojilerin ülkesine kaçak işçi gibi, mülteci gibi, çürümeye yüz tutmuş, su almaya başlamış, batmak üzere olan bir fikrin yük gemisinin kokuşmuş ambarında kaçmak ister bir aydın. İnandığı için kalıp mücadele etmenin aydın olmanın ta kendisi olduğunun mu farkında değildir, öyle bir aydın olamadığı için mi bırakıp kaçmak istemektedir?
Madem ülkede herkes üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi uyumakta –ya da uyutulmakta- o zaman aydınların onları uyandırma sırası gelmemiş midir?
Tam da ülke karanlığa doğru giderken yani öyleyse, öyle düşünülüyorsa, bir aydının görevi ışığıyla o karanlığı yırtıp atmak değil midir? 
Sorular, sorular, sorular. . .
Kaçmak korkaklara yakışır aydınlara değil. . .
Aydın dadı değildir ki uyuyan halkına ninni söyleyip yanağına öpücük kondurup parmaklarının ucuna basarak oradan sıvışsın.
Diyerek bir virgül atıp devam ediyorum.
Aziz Nesin holiganlarının sosyal medyada  “Büyük usta ne kadar güzel düşünüp, ne kadar güzel söylemiş.” falan diyerek sözü ha bire paylaşmaları da ayrı bir zurna tıkanması.  Ki halkını kara mizahın figüranı yapacak kadar mizahtan da anlamayan bir aydına da ancak popusu artsın diye sözünü iki saniye kadar bile düşünmeden ha bire sağa sola savuran bir güruh yakışır. Bildiğin yakışır yani. Kınamamak lazım. Uyarmamak değil.
Aydınlığınız bol olsun sevgili okur.
NOT: Eee n’apalım, bazılarının keyfini kaçırmak ve uyuşukluğunu almak da benim işim. Birilerinin yarasını kaşımayacaksak, yalpalayan kağnı tekerine tekme atıp düzeltmeyeceksek yazmanın da bir alemi yok.

Yüzümde Göremeyeceğin Hüzünler Besledim


Yüzümde göremeyeceğin hüzünler besledim
Ruhumun en susuz, en kurak, en dönemlerinde.
Yalnızlığımı kalabalıklara sakladım kimse bulmasın diye
Ve kör bir testereyle kesip attım seni makûs talihimden.
Denize ulaşmadan kuruyan derelerin çiçekleri kadar
Yüzümde göremeyeceğin hüzünler besledim.

Yüzümde Göremeyeceğin Hüzünler Besledim.


Yüzümde göremeyeceğin hüzünler besledim,
Ruhumun en susuz, en kurak, en dönemlerinde.
Yalnızlığımı kalabalıklara sakladım kimse bulmasın diye.
Ve kör bir testereyle kesip attım seni makus talihimden
Denize ulaşmadan kuruyan derelerin çiçekleri kadar
Yüzümde göremeyeceğin hüzünler besledim.

Bir Yoğurtlu Kömbe Denemesi


Benim için tüm yemekler bi tarafa Yoğurtlu Kömbe bir tarafa desem abartmış olmam sanırım. Ki bunu değil bizim ailede, çevremde de bilmeyen yoktur.
İtiraf ediyorum; evet zaafımdır, aç gözlü tarafımdır, iflah olmaz yanımdır, (Kömbeyi yiyip doyana kadar) yumuşak karnımdır .
Yoğurtlu kömbeyle olan macerama başlamadan önce zihinlerinizde asılı duran “Yoğurtlu kömbe de ne ola ki?” sorusuna cevap vermeye çalışalım.  Şekil A.da görüldüğü üzere o bir hamur işi dünya tatlısı, sofralarımızın göz bebeği, aşkların en güzeli, sırma saçlı, ela gözlü dilberi, tatlı dillisi. . . Pardon ne diyorduk, tarifini verelim diyeceğim ama siz Google’dan aratıp bakarsınız artık. Zira her yapan da güzel yapamaz bunu.
Osmaniye’nin vazgeçilmez yemekleri arasındadır kendisi. Aslında hem yemek, hem tatlı olarak da yenebilir, çayla da ayranla da yenebilir. Yanında salata da yiyebilirsiniz cacık da içebilirsiniz. Hiçbir ekstrayı garipsemez.  Özellikle eskiden Ramazan Bayramlarına has, tepsi tepsi hazırlanırdı. Hala da öyledir ama ağır bir misafir olduğunda ya da özel günlerde de yapılır.
Benim gibi evde bir yoğurtlu kömbe hastası varsa zaman fark etmez tabi.
Üniversite yıllarında okuldan tatile dönerken “yarın akşam evdeyim” diye arar eve haber verirdim. Bu açık bir mesajdı;  yoğurtlu kömbe hazır olsun. Öyle de yaparlardı sağolsunlar.
Ama dediğim gibi zaafımdır aynı zamanda. Bizimkiler ne zaman benden zahmetli bişey isteseler ya da abiler/ablalar davet etse evlerine, yoğurtlu kömbe kartını oynarlar. Ben her şeyi bırakır koşarım.
Fakat yoğurtlu kömbe beni işimden de etmiştir.
Askerliğin son günlerinde daha önce çalıştığım radyoda proğram yapan arkadaşım Kaan sürekli beni arayıp geldiğimde başlamam için ısrar ediyordu.  Ben de geldiğimde konuşuruz patronla diye geçiştirmekteydim.
Askerlik dönüşü yeni bir iş aramaktansa dönüp hemen işe başlamak mantıklı gelmiş ve Kağan’a sen bi konuş patronla demiştim.  O günlerde gerçekten radyo yeni bir elaman da arıyordu,  ama ben daha önce radyodan çıkarken bazı şartları iyileştirilmediği için çıkmıştım ve dönüp beni işe al da demedim. Teklifi oradan bekliyordum. Fakat Kaan, üzgün bir yüz ifadesiyle geldi.
“Yok, abi dedi, ben konuyu çıtlattım ama adam seni istemiyor.”  “En son sorunlu ayrılmıştık istememesi normal” diye onayladım. “Yok dedi, ondan değil de başka bir şey var, Yoğurtlu Kömbe.”
Ben şaşkınlıkla ona bakarken o iflah olmaz gerçeğimi yüzüme tane tane söyledi.
“Her akşam canlı yayında Yoğurtlu kömbeden bahsediyormuşsun, adam bu yüzden seni istemiyor.”

Bırakın Çokeşliler Yasal Üresin.


Dün akşam Tükiye’nin en stepne Televizyon kanlı Star’da son zamanların hop orada, pat şurada, çat nerde olduğu belli olamayan ve zap yaparken her an bir kanaldan ya da olmadı televizyon sehpasının altından çıkacakmış gibi duran Bir Ankara oyun havası Rasim Ozan K. ve ekürisi  ;  (Hilal C. karşısındaki “şu kadının ağzına iki tane çaksam” duruşuyla) takdirlerimiz kazanan fakat sonradan -anladık ki - her bayan konuğu için aynı hislere sahip olan Berna Laçin ikilisinin kum torbası kıvamındaki kurbanı pardon misafiri Sibel Üresin’miş.  Rasim Ozan K. kışkırtmış, Berna Laçin çıldırmış reyting tavan yapmış falan filan. 

Popüler kültür her şeyi yok edebiliyor: din, siyaset, eğitim, sanat, kültür düşünceler,  duygular, aşk, sevgi, nefret, umut. . . Örneği sonsuza uzatabilirsiniz. Zira Popüler kültürün avuçlarına düşüp de oradan hasar, olmadı 2 metrekare hasır  almadan çıkan yok.
Dün sadakatle bağlandığınız şeyden bugün bir çırpıda vazgeçebiliyor ya da bugün nefret ettiğiniz şeye yarın hayran olabiliyorsunuz.  Asla asla deme kuralını çatır çatır işleten, önüne kattığı her değeri kendine benzeten, benzetemediğini bir daha eskisi gibi olamayacak kadar hırpalayan ve aslında kendi kendini bin defa yok edip bin defa doğuran bir kültür popüler kültür.
Bugün aldığınız şeyin 1 ay sonra modası geçiyor ya da daha üst modeli  çıkıyor. Bugün severek dinlediğiniz bir şarkıyı bir hafta sonra unutabiliyorsunuz.  Kapitalizmin kucağında en şahane günlerini yaşayan Popüler Kültür, sizi her şekilde tüketen bir varlık haline getiriyor. Bunun için acılarınıza ve tatminsizliğinize oynuyor.  Siz bir süre sonra her şeye evet ya da her şeye hayır diyebilecek, kulak memesi kıvama gelebiliyorsunuz. Eğer aklınızı başınızda tutma becerisine sahip değilseniz.

Şimdi bu ikinci girişten sonra ikinci eş/çok eşlilik konusuna dönebiliriz. 
Çoğu kişi neyi tartıştığının bile farkında değil. İkinci eş kelimesini duyduktan sonra, kovanına tekme atılmış arı  ya da kıçına  şaplak vurulmuş boğa  gibi köpürüp saldırıya geçeneler  var.  Tartışmaların bu kadar hararetli geçmesinin temel nedeni herkesin tartışmaya bakış açısının farklı olmasından kaynaklanıyor.

Birincisi, 2. eşe Doğu eksenli kadın – erkek tartışmalarının tamponuna sarkmış kalmış töre kalıbına sıkışmış kuma çerçevesinden bakanlar var.  Yasal olmadığı sürece kadınlar daha az ölecekmiş, dayak yiyecekmiş ya da daha çok kendi rızasıyla evlenecekmiş gibi.  Daha az kuma gelecekmiş gibi. Sanki doğuda bu işin yasal olup olmamasına bakıyorlar ve sizin pek feminist tartışmalarınız onların umurlarında oluyor.  “Kuması olmasını kabul etmeyip ayrılmak isteyince öldürülen bir kadın var” gibi tartışmaya en absürt yorumları getirenler de bu grup. Yasal olmadığı halde, öldürülmüş işte yasal olsa daha kötü ne olabilir, mesela derisini yüzüp Türk hava Kurumuna falan mı bağışlarlar? Nedir yani bu mevzuya römorktan sarkma, atlama durumları.

İkinci grup, Kadın-erkek eşitliğinden bakanlar.  Onlar erkeğe verilen böyle yasal hakka tahammül edemiyorlar.  Yoksa onlar da biliyorlar ki “zina yasal koruma altında bu ülkede”. Nikahla falan uğraşmadan istediğin kadar kimseyle ceviz kırabilir, mercimek ayıklayabilir, yiyişebilirsin ve kimse seni bırak suçlamayı ayıplamaz bile; hatta yeni aşklara açtığın yelkenlerine magazin rüzgarıyla ha bire hava pompalanır. 
Yani kadın kendini ezdiriyorsa nikâhlı da ezdirir, nikâhsız da. Hatta nikahsız acılı ezme yaparlar da  gece alemlerinde rakı sofralarının vazgeçilmez mezesi olduğunu iş işten geçtikten sonra anlarsın.

Şimdi bir de olaya bunun dinde yeri yok falan diye zırvalayanlar, böyle bir din olmaz diye küfre balıklama dalan da var. İnkarın tatlı koynunda günlerce/aylarca  sabahlamayı seçen. İnkarının üzerine yeni reddiyeleri kuma getiren de var ki, peygamber neden birden fazla kadınla evlendi tartışmasını çıkaranlar da onlardı zamanında.  Hz. Alinin 4 kadınla evlendiğini bilmeyen Aleviler de aynı yanlışa balıklama dalanlardan.

Ben bu tartışma neden yapılıyor onu da pek anlamış değilim aslında. Zira popüler kültür insanlara öyle boş amaçlar vermiş ki, insanlar karşı olduğu şeyi tanımadan istemezük diye bağrışmaya başlıyor. Bu yüzden sen tartışmanın neresindesin diye soranlara cevabım: Ayet ve hadisler olur.  Basit olarak durum açıklanmış; Adil olmak şartıyla erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesine izin verilmiş. Bunu inkar etmek, insanı küfre götürür.

Sibel Üresini izleyenler ona köpürmeden önce “Ben gerçekten neden buna karşıyım” diye kendine tekrar sormalılar.

Zira bugün bu inkar pek bir popüler, yarın inkar ettiğini savunmaya başlayacaksın.  Demedi demeyin.

Mega Center Caprice Gold Camiine Cumaya Gitmek


Biz kesinlikle şekilci bir milletiz. Resmi görürüz ama resmin kendisinden daha net duran HD kalitesindeki anlamına gözümüzü kapatırız. Kaparız ama tefekkür etmeyiz. İsme takılır, yüzükoyun düşeriz, sonra da “ulan böyle isim mi olur” deriz. Biz şekilden şekle girene de şeklen bakan bir milletiz.

Mega Center Caprice Gold Camii ismi Türkiye’de bir ilk. Belki AVM içinde o AVM’nin ismiyle anılan mescitler ya da küçük camiler vardır, lakin böylesini Wikipedia arsanız bulamazsınız.

Mega Center Caprice Gold Camii" isimi öncelikle kendi içinde çelişkiler barındırıyor olsa da, Kapitalis ve Batı kültürüne ait çağrışımlar yapsa da, ilk anda ismini algılayana kadar üç istiğfar bir salavat getirecek zamanı heba etmemize sebep olacak gibi dursa da, tüm bunlara rağmen bir camiye böyle bir isim verilebilir mi? Bana olabilirmiş gibi geliyor.

Zira bir Müslüman camiye o camiinin isminin güzelliği için değil ibadet etmek için gider.
Dini iftar ile sahur arasında televizyondaki dini programlardan öğrenmeye kalkıp sonrada o reyting mahsulü bilgiyle -isme takılıp- hep benzer replikleri söyleyen bozuk Korsan cd pardon Müslümanların aksine, siyer kitaplarında okuduğumuz,  mescitlerde yer bulamayıp da ön saftakinin sırtına secde eden sahabeleri hatırlarsak; tarlada, dağda, tepede, kaldırımda, karton kutular üzerinde, bankta ya da temiz olduğunu düşündüğü herhangi bir yerde, namaz kılan insanların ne yaptığını anlamaya çalışırsak huzurla ibadet etmek için şekilden çok daha farklı kriterler olduğunu anlayabiliriz. Diyerek o caminin isminden mizah üretmeye kalkanlara kapak yapma niyetinde değilim ama bazen bunu da birinin çıkıp söylemesi lazım.
Yani şimdi oturup Süleymaniye Camii ile Mega Center Caprice Gold Camii arasındaki 7 farkı bulalımcılık oynamanın alemi yok. Hele konuyu İslam’ın kapitalizmle imtihan raddesine getirmenin de. . .
Ben bu tartışmaların içerisinde “Cumhuriyet’e tam yakışan bir manzarayla karşı karşıyayız” diye kinaye yapan aklı evvelin aklının bu kadar evvele gitmesine de bi hayli şaşırdım doğrusu. Mega center caprice gold ismi ile cumhuriyet kavramı arasında nasıl bir didişme, zıtlaşma, kan davası ya da siyasi bir hesaplaşma ihtimali olabilir ki? Yorulmak için yorum yapmak sadece aklı, yarım asır öncesinde kalmış köşe yazarlarına has bir yazar tıkanması değilmiş demek ki?
“Caprice'nin geçici heves geçici istek oluşu camii adında caprice için başlı basına bir kara mizah örneği değil mi?” diye soru yuvarlayan çok değerli abimiz Metin Uca’nın sorusunu 3 defa daha içimizden tekrar edip soru içindeki anlatım bozukluklarına takılmadan bu konuya da açıklık getirelim.
“Caprice” yani geçici heves, cami için bir metafor olarak kullanılacaksa “heves geçici Cennet kalıcı, hadi buyurun camiye!” sloganıyla sorun ters açıdan ters köşeye yatırılabilir, entelektüel Müslümanlar için.

Yine de bu cami isminin haklı olarak insanın içini gıdıklayan bir tarafı var.
“Bu bir PR çalışması mı, Cami otel ve AVM reklamını mı yapıyor?” diye bir soru da akla gelmiyor değil.  Fakat Yapılan basın açıklamasında “Mega Center ve Capris Gold müşterilerinin ibadetlerini yapabilmeleri için hizmete açılacak.” deniyor cami için. Bu açıklamadan sonra insanların niyetlerini sorgulamak da bize düşmez haliyle. 

Son olarak arkadaşımı o camide namaz kılmaya davet etsem bu kadar uzun bir ismi nasıl telaffuz edebilirim diye derin endişelere gark olan sevgili okurlarıma da buradan çam sakızı çoban armağanı “Hadi cumayı mega sentır caminde kılalım.” cümlesini hediye ediyorum. Sorumlu bir yazar olarak.