Benim İçin Çaresiz Olur musun?

"Seni çok seviyorum" dedi genç adam
"Ben de seni" dedi kız
"Ben de seni ne?" dediye sordu adam.
"Çok seviyorum, ben de seni çok seviyorum"
Gözlerinden bir kaç damla yaş döküldü,
Yanaklarına inip gamzelerinden süzüldü.
Çenesini kaldırıp gözlerine baktı genç adam.
"Ağlama" dedi. "Dayanamıyorum, biliyorsun".
Kıkırdadı kız. "Biliyorum" dedi.
"Bu yüzden seni seviyorum".
"Çaresizken daha tatlı oluyorsun"

Sensizliğin Başka Adı Yok

Tarih tekerrürleri sever.
Seninse tekrarın yok bu kitabelerde.
Yaramaz çocuklar gibi yaramıyor yeni sevdalar bu yüreğe.
Sisli sözlerin dolaşır şehrimin gamzelerinde hala
Ve hiçbir bıçak kesemedi,kesmez bu acıyı.
Bitmeyen şarkıların nakaratları gibi her yangına adın yazıldı.
Gül yüzünü gördüğüm her kabustan sonra verdim tüm sözleri bozdum.
Kapattığın kapıları yeniden yeniden zorluyorum daha sıkı ört diye...
Yakınlarda olman yaramıyor, uzaklar çekilmez olsa bile.
Unuttum dediğimde aklımdasın, hatırladığımda kalbimde paslı bir bıçak.

Kaç defa bitecek bu sevda savaşı..
Kaç defa anlaşmaları bozacak mağlup yüreğim.
Kaç boykot gerekli içinden sen geçen her şeye...
Kaçlar da kaçmıyor sensizlik gibi...

Sensizlik; mavi yeşil bir kan, oluk oluk.
Sensizlik; kör bir bıçak, soğuk.
Sensizlik; bir çift ıslak bakış, donuk
Sensizlik; yarım kalmış bir hikaye, sonu yok.
Sensizlik; sensizlik işte başka adı yok...

Suyun Gözü

Yeşil:
Nasıl bir renktir?
Mesela yeşil bir ırmak görseniz icine girmeye cesaret edebilir misiniz?
Cok derinmiş gibi durabilir ama genellikle cok sığdır yeşil sular.
Yine de nehri gözünden tanıyamazsınız, hele de o gözlerin rengi yeşile dönüyorsa düzlükte.

Ben Güzele Güzel Demem, Güzel Övgü Almayınca

Gecen gün bir yazımı yazdıktan sonra arkadaşıma okuttum. Yazmadan okutmak teknik olarak mümkün olmadığı için yazdıktan sonra okumak daha mantıklı. Belki, beyin okuma teknikleri geliştiğinde yazmadan da okutmak mümkün olabilir:
“Abi o cümleyi hiç kurma istersen, yüklem sonda değil.” gibi diyalogları da görebiliriz belki.
“Eee” dedim, “nasıl olmuş?”
Hani, sorduğum arkadaş da bu işlerden anlayan sağda solda kendi bloğunda hoş yazıları olan bir nadide şahsiyet –adı bende saklı-. Yok, sezen değil, henüz onla “eee”li konuşacak kadar samimi değilim.

Arkadaşımın cevabına geçmeden önce, bahsetmeden geçemeyeceğim bir mevzu var. Genelde herkes methedilmeyi sever ama bizim tür yani yazar ve çizer takımı, bunu daha fazla bekler. Ve ziyadesiyle alıngandır. Olumsuz bir eleştiriyi bile usturuplu söylemezseniz gerekir.

Arkadaşım ne mi dedi? “Güzel” dedi.

Güzel

Aslında "güzel" bir beğenme sözcüğü gibi dursa da tamamen baştan savmak için kullanılan bir kelime. Kötü dense, olmamış dense, berbat olmuş dense mesela, daha sağlıklı bir yorum yapılmış olabilir tabi. Zira yazmak, yani bir edebi ürün meydana getirmek nerden bakarsanız  beceriye ve üretmeye dayalı bir caba ve o becerinin ödülü, ne olursa olsun “güzel” gibi renksiz, ruhsuz, ifadesiz, mimksiz bir övgü olmamalı.
Diye düşünüyorum.
Şimdi yeri gelmişken soralım: Eee yazı nasıl olmuş?

Kalbim, Bizim Kendimizden Başka neyimiz Var? (İstanbul)

İstanbul’a usul usul kar yağıyor. Mevsimin ilk beyaz ziyaretçileri Bu ilk kar sensizliğin de üzenine yağıyor tane tane.
Aslında gitmesi gereken sendin –hep öyle olur ya- ama bu defa teslim olmayan, terk eden, bırakıp giden biz olduk. Soğuk kahvelerin içildiği,, kasvetli cafelerde terk edilen biz olmadık. Senden kalan acıları, isyanları yalanları, hatıraları, özlemleri , bir kaç veda sözcüğünü, kömür karası gözlerinde kalan kararsız bakışları ve sana dair bizi üzen, mutlu eden ne varsa her şeyi geride bıraktık. Seni geride bıraktık.. Bütün gidişlerin tek taraflı manasızlığını da sana bıraktık. Ve o şehri terk ettik.

Şimdi İstanbul’da, yeni başlangıçların şehrinde, artık ona ait olanların ne izi ne de hatıraların gölgesi var. Bizim şehrimize kar pek yağmazdı kalbim. Şimdi İstanbul’u saran bu beyaz örtü, geçmişle aramızdaki en güzel perde. Belki de bir beyaz sayfa gibi dilediğim her şeyi yazabiliriz üstüne. Korkularımız olmadan…

-Sen romantik falan olma abi, gaza gelip sana inanıyorum, sonra olan yine bana oluyor. Kırık kalpler kulübüne yılın üyesi seçilirsem şaşırmam. Beyaz örtüymüş, yeni sayfaymış. Sevsinler. Ben onların kalbinin içini bilirim, kutuplara bile gitsek bunlar değişmez. –neyse sen yine de kutuplardan vazgeç, ben soğuğu sevmem-
-Nankörlük etme, aylardır ortalık sakin farkındaysan, İstanbul’a geldiğimizden beri, aşk yok dert yok.
-Orası öyle tabi, tebdili mekanda hakkaten ferahlık varmış. Da. Sanki içimde bir boşluk var gibi.
-Bu normal, sevdiğim yoksa kalbim de boştur, boş boş atacaktır, durumun normal yani.”
-Abi yine kırıcı oluyorsun, Boş, derken işe yaramıyorsun demek istiyorsan, rica ederim beni çıkar burdan
-Hemen mi?”
-Mümkünse.
-Kar?
-Haa, hımm, şey, kem küm,soğuk olur de mi? Şimdilik askıya alabiliriz.
-Ha şöyle yola gel.
-Yazdım ama…

Kalbim, Bizim Kendimizden Başka Neyimiz Var. (Diyaloglar)

-Hayırdır abi, ne iş?
-Anlamadım?
-Allah diyorum, muhabbetinizi arttırsın.
-Amin, yani şey, ne var bunda oğlum.
-Kırıldım diyorum, başka da bi şey demiyorum.
-Haydaa!! Ne var şimdi kırılacak bunda alt tarafı konuşuyoruz güzel güzel.
-Pekala ne olduğunu en baştan anlatayım. Bi kızla tanışıyorsun, ondan hoşlanıyorsun, ama kendini kaptırmıyorsun, yani beni, kırk yıllık kalbini pasifize ediyorsun.
-Yok be henüz kırk olmadı, daha hayatımın baharındayım ben.
-Lafın gelişi o, çevirme lafı.
-Ya daha yolun başındayız, hem kızın durumu malum, istemiyorum havasında, niye sazan gibi atlayıp üzülelim.
-Ben anlamam abi havadan. Hayır istemiyorsan sök çıkart beni, kendi yoluma gideyim.
-Abartma istersen.
-Ben bu hoşlanma işinden kıllandım ağabeyciğim. Seviyor musun, hayır; sevmiyor musun, ona da hayır. Eee ne anladım ben bu işten.
-Biz senle ne karar aldık, öyle hemen yüzüne gülene aşık olmak yok demedik mi?
-Dedik ama senin yaptığın da beni satmak oluyor.
-Seni korumak diyelim biz buna.
-Demeyelim abi, mümkünse beni serbest bırak, seveyim gönlümce.
-Onun da istediği bu zaten, biz aşık olalım, acı çekelim. Aptallaşma hemen. Senin dediğin karşılıklı olur. Kız bizi seviyor mu bi defa.
-Abi sen de paranoyak olacaksın bu gidişle, Yav bir psikologa falan mı gitsen diyorum.
-Ben iyiyim, seni götürmek lazım o dediğine ama henüz kalp icin psikolog yok. Ama bir cerrahi müdahaleyle şu fazla cana yakınlığını aldırabiliriz ha.
-Tamam tamam vazgeçtim, şöyle dışarı falan çıkar beni, temiz hava girsin damarlarıma, bunaldım bu kafesin içinde. Ben ne zaman birine korkmadan bağlanabileceğim Allahım! Niye beni bu şüpheci adamın kalbi yaptın ki?
-Canım şöyle bol tereyağlı bir İskender çekti. Ne dersin.
-Tamam tamam sustum. Hemen de tehdit.
-Ha şöyle yola gel, bi bildiğimiz var elbet.
-Kalp nakli yapılabiliyor muydu?
-Anlamdım.
-Anladın.
-İskender diyorum. Tereyağlı diyorum
-Sustum diyorum.

Uyumadan Önce Okunacaklar Listesi


Neşe Düzel, Hesaplaşma, Doğan Kitap (yeni)
"(...) Neşe Düzel, -röportajlarından- bir bölümünü " Hesaplaşma " adıyla derledi (Doğan Kitap) Derlemenin reklamını hazırlayanlar şöyle demiş: "Bu kitabı bitirdiğinizde, Türkiye üzerine onlarca tarih ve sosyoloji kitabı okumuş gibi olacaksınız."Bu kadar doğru bir tanımlama olabilir! Aynen öyle... Okur açısından tam bir " hazıra konma " durumu. Su gibi akıp giden 47 söyleşi, resmi ideolojinin ipliğini pazara çıkarıyor." demiş Emre Aköz. Ki ben Emre Aköz'ün seciciliğine daima güvenmişimdir...

İlk fırsatta alıp okuyacağım.

Size de tavsiye ederim

Takılıp Kalmak..

Klavyemin ç tuşu depresyona gidi, ha bire takılıyordu.
En sonunda cay kaşığıyla söktüm yerinden, ama hala takılmaya devam ediyor.
Çok inatçıymış. Telle falan üzenindeki plastiği kaldırdım ama muhtemelen daha büyük bir problem olduğu için bir türlü düzelmedi.
Bu yazıda gördüğünüzde ç 'ler de Word programının düzeltme kıyağı. Yoksa tuşu söktüğüm için o harfi kullanamıyorum artık.
Bilgisayar her şeyin bir alternatifi var, ama insan için aynı şeyleri söylemek bi hayli zor.
Özellikle konu “takılıp kalmak” olunca…
Bazen takıntılarınızdan kurtulma çok uzun bir süreç alabiliyor.
Takılan yerinizi söküp atmak “teknik olarak” mümkün olmadığından, bu durum yeni problemleri de beraberinde getiriyor.
Bilgisayar değiliz nihayetinde, kesip atamıyoruz işte.
Peki, çare ne? Çare, tıpkı klavyede olduğu gibi takılan tarafımızı daha az hatırlamak.
Mümkün olduğunca kaçmak…
Kaçamıyorsak da sorunla yüzleşmek…
Ya yüzleşmeye cesaretimiz yoksa?

Darısı Çocuklarının Başına

Benim düğünler aklıma geldiğinde, favori kelimem “darı”dır, hani takı merasiminde söylenir ya; “Darısı çocuklarının başına olsun”. Hayır bu “darı” nedir? Nasıl bi şeydir yenir mi içilir mi, nerden gelmiştir, bilmiyorum. “ Bir başarı, bir mutluluk başkası için istendiğinde söylenen bir söz” demiş TDK. O da darıyı açıklayamamışsa bizim haddimize düşmez ama insan da merak edebiliyor. İnsan merak eden bir türdür.
Darı bildiğimiz mısır. Mısırla bu işin alakasını pek çözemedim. Zaten düğünlerde de pek çözüldüğü görmek mümkün değil…
-------
"Gelinin teyze oğlunun arkadaşındaaaaan..??
-Adın neydi?
-Metin abi.
-Tamam, gelinin amcaoğlunun arkadaşı...
-İsmet Abi ben teyze oğluyum,
-Gelinin teyze oğlu metinin arkadaşı,
-Abi metin benim değil arkadaşımın adı, benim adım Mustafa
-Gelinin teyze oğlu Mustafa’nın arkadaşı Metin’den bir çeyrek altın. Darısı kendisine...
-Abi ne yaptın sen evli o üstelik yenge de burada, düzelt.
-Darısı çocuklarına…
-Eyvaaah,
-Noldu oğlum gene??
-(sessizce kulağına) Abi onların çocukları olmuyor.
-Hay, mıctık, …Darısı Mustafa’ya olsun ehehehe
-Abi ben de evliyim, ya madem aileleri tanımıyorsun niye cıktın buraya
-Ne bilim verdiler sesin güzel diye mikrofonu, darısı kime diyelim yaw?
-Abi şart mı demen,
-Bi kere darısı dedik söylemek lazım, uğursuzluk getirir.
-İyi o zaman darısı bana de
-Sana mı?
-Hayır sana
-Peki… Darısı bana eheheh
-İsmeeeeett.!!!
-Karıcığıııım!!! Eheheeh
---------
-Damadın kız kardeşi Fatma’dan bir adet bilezik,
-Aaa ne bileziği be, o bileklik,
-pardon bileklikmiş arkadaşlar
-Altın bileklik o, doğru söyle, rezil ettin beni.
-Damdın kız kardeşi Fatma hanımdan bir adet, Trabzon işi, telkari, eşsiz güzellikte, paha biçilmez bir bilekliiiiik.
-Abartma.
-Abartırım, alkışlar nerde alkışlar…
------
-Bu ne?
-Zarf abi.
-Ne var içinde?
-Abi sana ne ya, Mehmet Sayhandan bir zarf diyeceksin.
-10 YTl var bunda değil mi, utandın da zarfa koydun
-Bari bir de x raydan geçirseydin
-Mehmet, soyismin neydi, hah sayhandan bir adet zarf, darısı kimseye olmasın bunun, kıytırık bi zarftan ne olacak.

--------
-Damadın amcoğlu hasandan 50 ytl
-Ne ellisi be orda 100 ytl var.
-Ulan bana borcun var ama düğünlere para saçıyorsun. Önce borcunu öde sen. Kestim yarısını. Darısı diğer alacaklılara

Bıcırıksporlar 2 :)


Blog yeğen resimleriyle dolacak bu gidişler.

birincisi cok beğenildi ikincisini de koyalaım bari:))

KALBİM, BİZİM KENDİMİZDEN BAŞKA NEYİMİZ VAR? (Med-cezir yorgunluğu)

Evet, bazı şeyleri ben gözümde büyütüyorum.
Ama n’olur kalbim sen de bana kesme hesapları.
Gitmeseydim görmeseydim
Konuşmasaydım, hoşlanmasaydım,
Gözlerine küçük mısralar yazıp sana okumasaydım.
Bir rüzgarın adını, bir kelebeğin kanadını
Ve yeni yakılmış mum alevini
Hatırlamasaydım onu düşündüğümde
Minik gamzelerinde kocaman bir dünya görmeseydim
Belki sen de sevmezdin onu.
Farkındayım.
Biliyorum,
Biz iyi niyetliyiz
Onlar gibi değiliz
Saklayamıyoruz içimizdekini
Ve herkesi öyle sanıyoruz.
Biz kolay kanıyoruz

Yine asma yüzünü,
Düşürme karanlığa
-onun da istediği bu-
Önce en tatlı en şirin yüzünü gösterdi
Yetmedi usulca sokuldu dünyamıza.
Beklemiyorduk kabul et
Şaşırdık, afalladık, aptallaştık
Tedbirsiz yakalandık…
Çok basit bir oyun biliyorum.
Her manevraya hazırlıklı olan biz,
Bu oyuna hazırlıksızmışız meğer.
Ne kadar uzak olsan da
Bilirsin işte,
Kapanıyor mesaeler


Bir yeşil bakışta.

Şimdi yeniden gömüleceğiz yalnızlığımıza.
Unutacağız gülüşlerin en tatlısını.
Bir sigara yakıp dumanını üfleyeceğiz boşluğa
Boşluğumuzu boş şeylerle dolduracağız.





Belki bir uğraş bulurum ben.
Bu basit oyunu basit şeylerle telafi edeceğiz.
Belki bulmaca çözeriz. değil mi?
Belli belirsiz hissedilen rüzgâr
Son iki harfi çıkmış, altı harfli
Karmaşık problemler bize göre değil.
Biz basit severiz, düm düz, olduğu gibi.
Deniz havası gibi değişken,
Paradoks gibi çelişkili,
Kumar gibi belirsizi değil.

Yine de biliriz kıymetini vefanın
Düştüğümüz yerden kalkmayı bildiğimiz gibi
Bir pusulasız tebessümün hatırına
Katlanırız üzgün aynalara.

Gözler Yeni Sözler Aynı.

Sen yıldızlı gecelerin gezgin kızı
Zamansız vedaların kaybolmuş sözü
Bir yorgunun damarlarlarında taze kan
Bir aşığın kaybolan solgun yüzü

Bir kör akşamda tanıdım seni
Bir daha huzurlu görmedim geceyi
Geldin de sebebi neydi varlığının
Sen gelmeden de buralar viraneydi

Şüphe misin korku musun ar mısın?
Bir saman alevi, ağustosta kar mısın?
Bakacak hesap, elde oyun kalmadıysa
Lütfedip bir de buraya da bakar mısın?

Karalamalar 1

Kara gözlerni diktiğinde öylece
Bir daha sabaha dönmedi ufkumda gece
Hudutsuz bir sevda şarkısıydı yüreğimde adın
Bir karganın namelerinde asılı şimdi sessizliğin
Ne söylesen yalan, ne yapsam boş
Aşk kırık bardakta kalbi kırık sarhoş
Yarının adı yanlızlık yanlızlın adı zulüm
Ben senden önce de yanlızlığı gördüm.

BICIRIKSPORLAR :)



Tamam, küçük çocuklar şirindir tatlıdır falan ama bu sıralar çocuklar bi başka sevimli görünüyor gözüme.
Yaşlandık mı ne?
Bunlar da benim yeğenlerim işte.
En azından yeğen çok da bi çocuk özlemi falan çekmiyorum...

TACİZE CEZA İSTEYEN TEŞHİRCİLER

Yılbaşı akşamı Taksim’deki görüntülerde sizi en fazla dehşete düşüren şey neydi?
Sadece Türkiye’de olan bir şey değil ya da sadece yılbaşında, sadece taksimde gördüğümüz, görebileceğimiz… Bu tür tacizler dünyanın her tarafında yaşanıyor. Maalesef, böyle bir şey var ve bunun açıklaması da mutlaka vardır…
Yaşanmayan şey bundan daha kötü olanı. Teşhircilik…
Şu meşhur fotoğrafın hikâyesini hatırlıyorsunuzdur.
Çocuk emekleyerek 1 km ötedeki birleşmiş milletler kampına gitmeye çalışıyor. Ya da aslında hiç gidemeyecek, bir kurtarıcı bekliyor. Zira arkasındaki akbaba da çocuğun ölmesini bekliyor. Fotoğrafı çeken Kevin Cartner fotoğrafı çeker çekmez oradan ayrılıyor ve çocuğa ne olduğunu kimse bilmiyor (aslında ne olduğunu herkes tahmin ediyor ama nezaketen “bilmiyor” deniliyor). Fotoğrafçı 3 ay sonra depresyona giriyor ve intihar ediyor.
Yılbaşına ait görüntüleri izlediğimde ilk aklıma gelen bu hikâye oldu. Bir akbaba sürüsü orada kızlara saldırıyor ama kameralar ve fotoğraf makineleri, en iyi görüntüyü, en sıkı pozu alma telaşında. Ve muhtemelen çekmeleri gereken “haberi” çektikten sonra hızla oradan uzaklaşacaklar. Tıpkı Cartner gibi…
Bu sadece asıl hikâyenin birinci kısmı। Günlerce bu görüntüler haber saatlerinde verilecek. Tekrar tekrar. Kare kare… Bir televizyoncunun dediği gibi, “Azzz sonra”larla… Üstelik mağdurların yüzlerini gizlemeden…

Gazetelerin de teşhircilik konusunda televizyonlardan geri kalır bir tarafı yoktu. Özellikle Hürriyet’in internet sayfasındaki bir link başlığı ipin ucunun ne kadar kaçırıldığını anlatır gibiydi: “UTANDIRAN FOTOĞRAFLAR İCİN TIKLAYIN…”
Orada, tacize uğrayanlara yardım etmek yerine bir iki değil, 32 tane fotoğraf çekenler için hakikaten utanılacak bir durum sayın seyirciler।

Eczacı kendine sığınan kızları korumak için büyük gayret sarf etmiş ve polisi aramış. Aradıktan üç dakika sonra polisler gelmiş. Yani bizim haberciler haberlerini korumuşlar ama mağdurlar için polisi dahi aramamışlar. “30 kişi kadardı” diyor eczacı. Akşam Gazetesi elli kişi olarak vermişti haberi. Bu rakam Sabah’ı kesmemiş olacak ki o da 100 kişi diye geçti.
Şimdi burada güzel bir soru sormak lazım; aynı havayı bile teneffüs etmekten utanç duyduğumuz bu sapıklara verilen cezayı beğenmeyen –ki haklılar o başka- ve bunu manşet yapan basın, kendi teşhirciliği, vurdumduymazlığı, işgüzarlığı için nasıl bir ceza düşünüyordur acaba?


Ya da düşünüyor mu?


Hilmi İSİLİ

www.dorduncukuvvetmedya.com