En Bıcırık


Yeğenlerim de olmasa bayram iyiden iyiye sıradanlaşacak.
Gülen, ona buna her şeye gülen, gülmekten yüzleri kıpkırmızı olan, ağlayan, gülüp dururken ağlayan, hastalandığında ağlayan, istediği olmadığında yalandan ağlayan, ağlamış gibi yapan, Ve sürekli gürültü yapan...
Yine de tüm bunlar bayramın daha bir yüksek sesli yaşanmasını sağlıyor.
Sessiz bayramları hiç tavsiye etmem...

Kısa Metrajlı Kaçış

Şimdi gidecek gibisin;

Nedenlerin ağzı bantlı
Çareler kelepçelenmiş
Sevinçler kursakta,
Ayın gözü yaşlı.


Bir çocuk hevesi vardı içimde
Onu da al götür, yük olmayacaksa.
Ispanak böreğindeki tarçın misali
Manasızlık kokan vazgeçilmez sorular
Ya da boğazıma takılı cümleler kalsın.

Eller konuşacak
Bu kısa metrajlı kaçışı
Bir dalga alıp götürecek,
Kumlara yazdığım ihtimalleri.
Tüm mantıklı yolların üzerinde
Tepineceğiz gurur melodisiyle.
Hâlihazırda pişmanlık
Yıllık iznine yollanmışken
Geçmiş kusurları süreceğiz sahaya
Dostlar tezahürat yapacak.
"Seni hak etmemişti" pankartları açılacak,
Taraftar maskeli tribünlerden

Bu kesmezse arkadaş görünümlü figüranlar
Eski Türk filmlerinden ,
Yanlış anlaşılmalar devşirilecek.
Seni kaybetme ihtimalim
Yüzde bilmem kaçlık zamlar gibi
Sevindirecek karaborsa kıskançlıkları.
Egolarımız uçan balonlar kadar özgür
Zihnimizden kalbimize
Gurur gazı pompalanacak
Doğal olarak.

"Dur gitme" bile diyemeyeceğim.
"Gidecek yerim mi var" diyemeyeceksin
Karlar düşecek, düşecek, düşecek ağlayacaksın
İstanbul İstanbul olalı
Böyle saçma keder görmeyecek bir süre.
Bildiğin tüm neşeli şarkıları unutacaksın
Slow bir hüzün dolanacak diline
Septik gidişlere yelken açan ruhun
Arabesk limanlara demir atacak.
Ardından bakakalacağım.

Aşk Çıkmazında...

Aşkın krokisinde çıkmaz bir sokaktayım
Sağ yanımda kiralık acılar
Sol yanımda metruk bir sızı
U dönüşü yapar kağnıya yüklü hevesler
Duvara toslar yalnızlık.

Küçük bir çay ocağı girişte.
Tavşan kanı ihanetler sunar
Öfke tadında.
Yolunu kaybeden neden buraya uğrar?
Ismarlar, tanımadıkları dudaklara.

Saf bir sual sorsam
Sevdanın çekilmez yüzüne
Yüzüme güler
Kiralık aşkların gündelikçileri.

Tırnaklarım avucuma kanatır.
Sıkarım manasız gidişlerin gırtlağını
Neden kendini de kaybeder insan
Kaybolunca pusulası.
Görürüm, dokunamam
Duyarım, anlayamam.

Dolmuşta...

Durakta gördüğüm ilk minibüse binerken;
-Odabaşından geçiyorsunuz değil mi? diye soruyorum.
İstanbul toplu taşıma psikolojisinden kalma bir alışkanlık bu soru. Yoksa Antakya gibi bir şehirde sanayi tarafına giden dolmuşların geçebileceği çok fazla alternatif yok.
-Hangisi? diyor şoför. Şaşırıyorum ama,
-Kaç tane var ki? diye düşünüyorum.
Fakat, düşündüğümü söylemiyorum.Bazen kısa cümleler kurmak daha iyi olabilir. zira bazı şoförler çenelerini evde dolmuş durağında ya da herhangi bir kasiste düşürmüş olabiliyor ve yol bitiyor konuşması bitmiyor. Benimse bu kısa yolu sakin geçirmek gibi özel bir çabam var.
Sadece;
-Mavi jeans'in orası, diyorum.
-İlerdeki mi? diye soruyor.
Antakya aynı markadan ikinci bir indirim mağazası kaldırabilir mi diye düşünmeye gerek yok. Zira ihtimal yok. iyisi mi derdimizi başka bir yöntemle; mesleki kavramlarla anlatmak lazım.
-Rende petrol var, bildiniz mi?
"haa"lamasından konuya vukufiyeti anlaşılıyor. Kendinden emin bir tavırla "Tabi" diyor. "Geçiyoruz"
Ben tam da kısa mesafeli huzuruma kavuşacakken, bir bayan çocuğuyla kapıdan soföre "Ford’un oradan geçiyor musunuz?” diye soruyor.
-Hangi Ford? Bu şehirde her şeyden iki- üç tane var da ben mi kaçırdım diye düşünecekken kadın o güzide soruyu soruyor:
-Kaç tane var ki?
-ileride bir tane var, onu mu diyorsunuz?
“Yok, aslında Ford’un Almanya’daki fabrikasını kastediyor” Elveda huzur.
Kadın üstelemiyor. “Yani” diyor garip bir bakış eşliğinde.
Ne olur ne olmaz diye yola dikkatle bakıyorum. İneceğim vere geldiğimde “müsait bir yerde” diyorum. Ben inerken dolmuş şoförü yine yapacağını yapıyor.
-Hanımefendi siz de burada ineceksiniz. Fox burası. Dolmuştan uzaklaşırken kadınının şakın sesi geliyor.
-Ben Ford’da ineceğim dedim Fox’ta değil.

Ben, bilmediğin gibi..

Adını kelebiğin kanadına yazacaktım
İki gün bekleyemedi.
Öldü.
Yıldızlara sorayım dedim.
Kahve yirmi lira dedi, vazgeçtim

Sen kişisel alma bunu
Cümlelerine bastım,
üzerine sıçradı kelimeler.

O lardan bilyeler yapıp oynarız sanmıştım.
Ooo-yalanmışım.
Mistik zihninin kalburüstünde
Buğday tanesi yüzüm asılı kalmış.
Sen beni asık yüzlü tanımışsın.
Sen beni tanıyamamışsın.

Ben sevdiğimi şakağından vurum
Su tabancasıyla.
Üstüne bir sigara sararım.
İçmem kulak arkamda saklarım.
Kulakardı ettiklerine inat.

Ben, bilmediğin gibi
Yanlış anlaşılmaya meyilliyim
Tentirdiyot gibi boyarım ruhunu
Ama iyileştiririm,
Anlayamazsın, silersin izlerimi.

Avurdunu şişirerek söylediğin sözler
Saçlarını savurarak gidişlerin
Elde var, kısa mesajlı günler.
Bak, kuyruğu yoluk kargalar bize güler.

Acıyı seviyorsan söyle bana.
Keser mi seni bir buçuk adana

Anlamadıysan yeniden yazayım
Kelimeleri eğmeden, bükmeden
Ben sevdaya çelme takarım.
Kolarımı açıp gözünün içine bakarım
Bu yanlızlığı cuma pazarında
Akşam ucuzluğu çökmeden
Sol yanakta bir gamzeye
Olmadı flu bir tebessüme satarım.

Döner bir yarım A4e sensizliği yazar
Uçak yapar camdan atarım.
Durulmaz yüreğim bu abuk sabuk fırtınada.
Mutlak bir uğraş ararım senden sonra.

Age of da gemiler batırırım.
Olmadı geceleri sokata kaldırım taşlarını sayarım.
Sıkılırsam avazım çıktığı kadar bağırır
Mahalleyi ayağa kaldırırım.
Suçu utanmadan sana atarım.

Bir düğün bulur zeybek oynarım
Kötü makyajlı güzellere kaş göz yaparım.
Sonra kendimden utanır
Görüşmeden kaçarım.

İntiharı denerim, gözüm yemese de.
Bir kayanın başında sabahlar.
Geri dönerim saat beşte
Tir tir titrediğimden değil
Sensiz hiçbir bir dünyanın
Senle de -bu halde-
Çekilmeyeceğini bile bile

Yani zalimin kızı
Sensiz her alternatif.
Nihayetinde bozar bizi.

Bilirim gavur inadının da miadını
Sabrımı sınarken eriyen sabrını
Sen, ne eski mahallenin şımarık kızı
Ne de ben, saçını çeken haylazı.