Bir Paris Hilton'umuz Eksikti

Hava alanında yumruk yumruğa, mikrofon kafaya, kamera miğdeye bir kavga. Kameremanlar ve magazin muhabirleri birbirine girmiş. Kavganın tam ortasında bir adam. bunları ayırmaya çalışan bir kaç güvenlik görevlisi. Hadiseyi canlı canlı stüdyoya bildiren ve bu arda üzerine doğru gelen kavgadan kaçmaya çalıan bir muhabir.
Ve kavgayı soğuk kanlılıkla izleyen leopar desenli şapkanın altındaki bir çift göz.
Velhasılı kelam -uzun lafın kısası deniyor-, Hilton Türkiye'ye geldi. ..
Başımız göğe erdi mi diye kontrol ettim, ermemiş.
Bu ülkede laiklik tehlikede değil. Türbanlılar üniversite kapısından kovulmuyor. İşten çıkartmalar yok, ekonomi gün be gün batmıyor, aksini söyleyeni döverim. Kalemimle...
Bu ülkenin ne satılan toprağı ne de batan itibarı var.
En son ne olmuştu, hangi büyük siyasi ya da sosyal problemde bu kadar ilgi alaka, hırs, kavga ve tantana gördük.
Yani en azından bu kadar sahici...
Ben bilmiyorum, biliyorum diyeni de hatun kişinin içinde olduğu jüriye havale ediyorum.

Çivi Gibi

Senden kalan tek hatıra
Üç satırlık bir şarkı;
Bir satırında gözlerin gelir aklıma,
Bir satırında aklım çıkar yokluğunda,
Ki çaresizliğim "çivi gibi" yazılı son satıra....

mendil-enci

Dün akşam istanbul formunun buluşmasına katılmak için terasa giderken odakulenin koridorunda merdivende mendil satan bir teyze elindeki mendili bize doğru uzatıp: "Bir ekmek parası" dedi?
Dilenmenin bir başka versiyonu, mendil.
Bu karşınızdakine yumşamanızı sağlıyor; öyle ya dilenmiyor, sadece birşeyler satmaya çalışıyor diye düşünüyorsunuz.
Ayrıca burnunuza kadar mendili uzatıp sizi taciz edene karşı"aman kurtulayım şundan şeklindeki ruh halinize" hitabeden bir kılıf...
İnsan çocuk satıcılara üzülüyor, ama ya bunları hangi kategoriye koyacağız?
Gerçekten ihtiyacı olduğunu nasıl anlayacağız. koynunda falan bir tomar para çıkmayacağı ne mağlum..
O kadar çoklar ve o kadar rahatlar ki...

Kaldırım Kenarı

Rüzgarı görmek gibi suretin,
Bir dalgaya yazılmış gelişin
Elbet bir dalgayla gidersin
Sen, ümidi besler hayali aç bırakır da gidersin.
Sözün kaldırım kenarı gibi
Düşen ölmez elbet ama
Kırılan kalbi olur.
Gelen de sen gibi, aratmaz seni
Kaç doğru askıya asmak gerek
Bu yalancı elbiseni....

Kadınlarda Erkekleşme Merakı ya da Nerede O Eski "Melekler"

Bir kadına melek olduğunu söylemek yapılabilecek en güzel iltifatlardan biridir. Ya da en azından bugün, “melek” kelimesi Türkçede, sıradan, soğuk ve şekilsiz kelimelerden biri olana kadar böyleydi.
Çünkü Ahmet Haşim’in anlatımına “göre”* “Melek, edebiyatımızda mavi gözlerli, sarı saçları ve uzun beyaz entarisiyle bir kadın tasvirine karşılık gelir. Batı sanatında ise topuklarına kadar inen lepiska saçları, büyük güvercin kanatları ve mahcup bir tebessümle genç kız suretidir.”
Herhalde bugün bu tanımı yapabilecek birilerini bulmak pek de mümkün görünmüyor. Zira Çelik de değişti kadınlar da…
Zihinleri erkenden bulandırmadan A. Haşim’den kavramın neden değiştiğini öğrenelim önce. “Kadın saçları, berber makasıyla kısalıp, eteklerinin yarısı da terzi nefesiyle uçarak dizleri çıplak bıraktığı günden sonra melek, birden mazinin silik şekilleri arasına düşmüştür.” “Haydaa! Adam da neye takmış.” demeyin, henüz sözlerini bitirmedi; “Şeytani bir alevin temasıyla taraf taraf ateş kırmızılığına boyanan muasır kadın çehresi yanında, uzun sarı saçlı ve mavi gözlü “melek” artık aptal bir halayık çehresinden daha fazla cazip değil.” Haşim’in döneminde yaşlıları açlık, gençleri ise aşk öldürürmüş. Tabi intihar eden gençlerin çok büyük bir kısmını erkekler teşkil ediyormuş.
Bugün bu oranın tersine dönmesinin nedenleri arasında meleklerin azalmasının payı hiç az değil. Kadınlar neden böyle hazin bir değişimi seçti dersiniz. Gelin yine bunun cevabını üstattan dinleyelim. “Altın gözlerin tılsımını ve mercan dudakların ateşini, bir kâğıt çantaya, mürekkepli bir kaleme ve bir muşambalı pardösüye değişen (tabi şimdi Nişantaşı’ndaki mağazaların vitrinlerindeki çantalarla kıyaslanamaz o zamanın çantaları, haliyle kalem de yerini tektaş yüzüğe bıraktı, kadınlar için elbise tutkusu pardösüden ibaret değil artık ama verilmek istenen mesaj için yeterli örnekler) modern kadınla beş on dakika, biraz yakından konuşmak erkekleşme merakının kendine ne kadar pahalıya malolduğunu anlamaya kâfidir.
Haşim’in kastettiği erkekleşme merakını biraz açmak gerekirse, daha fazla özgürlük ve güç isteği demek sanırım yanlış olmaz. Kadından kasıt da “iş kadınları” daha ziyade. “Erkeği seve seve ölüme yollayacak derecede cinsi bir üstünlük ve güce sahip olan kadının erkeğe, yani kendi esirine eşit olmak ve benzemek için yaptığı o bütün mezbuhane (boğazlanır gibi) gayretin sebebi delilikten başka ne olabilir?” diye soruyor üstat.
Kendi asli gücünü fark edemeyen kadının, asla başat aktör olamayacağı bir alandaki güç arayışları aslında onu daha da güçsüz yapmıyor mu? Değilse Deniz Akkaya gibi bu asli gücün tüm unsurlarına fazlasıyla sahip bir kadının erkeğinden dayak yiyecek kadar acziyete düşmesi başka nasıl açıklanabilir ki?
Feminist mantık erkeğe hizmet ediyor diyecek kadar insafsız değilim ama kadınlara da hizmet ettiğini söylemek saftiriklik olurdu. Günümüz kadınlarını tanımlamaktan çok uzak bir sıfat olan melek ise eski Türk filmlerinde kalan bir replikten ibaret artık.

HiS