“Belde disk kayması, ameliyat şart.” demiş doktor.
Annem, sabah yorganı toplarken aniden belinden sol ayağına
inen mendebur bir ağrı saplanmış. Soluğu
Osmaniye Devlet Hastanesi’nde almışlar. Kontroller
filmler derken doktorun o teşhisi .
65 yaşın üzerindeki hastalarda ameliyatın riskli olduğu
malum. Biz n’apacağımızı bilmiyor bir
haldeyiz, annemin ağrıkesicilerle devam eden günlerinde.
Ki annem tez canlıdır, hadi diyelim ameliyat başarılı geçti.
O öyle yataklarda uzun süre kalacak biri değil, azıcık kendini iyi hissettiğinde
hemen ayaklanmaya çalışır.
Annem iğneyle oyuna
devam eden futbolcu misali ağrıkesicilerle hayatını devam ederken biz de başka
doktorların kapısını çalmayı planlıyoruz.
Düziçi’nde beyin cerrahisi yok. Ortopediye götürüyoruz.
Doktor “benlik bişey yok, ameliyat denilmişse yapılmalı, daha kötü olmadan” diye
kestirip atıyor. Doktora şiddete karşıyız ama bilinçsiz doktorun pskolojik
şiddetine de karşıyız.
Fizik tedavi doktoru Salı günleri geliyor Düziçi’ne. Annemi bu defa ona getiriyoruz. “15 gün fizik
tedaviye gelsin, bir değişim var mı görelim” diyor. Doktora şiddete karşıyım
demiş miydim? İşte sebebi.
Fizik tedavi süreci eğlenceli. Annemi sabah getiriyorum. Bir tekerlikli
sandalyeye bindirip çıkartıyorum. Tedavisini
oluyor, indiriyorum. Ama pek bi değişim yok.
Hastane koridorlarında tekerlekli sandalyeyle her gün saatte 5 km daha geliştirdiğimiz hız denemelerini
saymazsak…
Bu arda komşular, tanıdıklar geçmiş olsuna geliyorlar.
İçlerinden biri bir kadını tavsiye ediyor. “Kocam fıtık oldu, şıp diye düzeltti,
bir de ona görünün diyor.” diyor. Şıp mı
diye? Kadına ters ters bakıyorum ama oralı olmuyor anlattıkça anlatıyor o
şifacıyı. Ona gidip tedavi olanları, kadının maharetli ellerini, nasıl
yaptığını, bilmem hangi doktordan bunları öğrendiğini, kime elverip bu işi
öğrettiğini. . . Susmuyor. Annnem can
kulağıyla dinliyor. Gözlerinde “ben bi de bu şifacı kadına görüneyim” cümlesi kocaman haflerle altyazı olarak
geçmeye başladığında müdahale etme zamanımın geldiğini anlıyorum.
“Olmaz” diyorum. “
Anneminki fıtık değil disk kayması bu
biiiir, kadın belini felan çekmeye kalkar maazallah daha kötü olur bu da ikiii,
fizik tedavisi henüz bitmedi bu da üüüüç, bahanem kalmadı bu da dööört.” Annemin ve yengemin ve hatta odadaki diğer
misafirlerin hepsi bir olmuş. Bütün cephelerde savaşır hepsini tarumar edebilirim
ama annemin ısrarı karşısında teslim olup Lozan Antlaşması’na razı oluyorum. “Gideriz ama bu işe karşıyım, daha kötü olursa
o zaman hepinizin canını yakarım” diye şerh düşüyorum.
Yağmurlu bir Pazar günü son hastasını tedavi edip köydeki
bir düğüne gitmek üzereyken yetişiyoruz kadına. Kadın bu çevrede nam salmış biriymiş. Gelen
gideni de bi hayli fazla. Fıtık, bel
kayması, göbek çekme vb konuları uzmanlık alanıymış. Ben tedirginliğin hat
safhasındayım. Oradaki hastalar ve kadının kocasından dinlediklerim normal
şartlarda ikna olacağım şeyler. Ama söz konusu annem ve hala “neden buradayız”
şarkısını söylemeye devam ediyorum.
Kadının kendi hazırladığı bir macun var, bir hastasının
beline sürüyor sonra tahta samusak dibeğine benzer bir şeyle “üfeliyor” yani
eziyor kendi anlatımıyla. Gözümün önünde ceryan eden şeyi sadece seyrediyorum.
Anneme bakıp, “sende iki fıtık var, Allahın izniyle ezeriz” diyor.
“Hayır, fıtık değil disk kayması o” diyeceğim ama
diyemiyorum. Yarım saat boyunca annemi
tedavi ediyor. Ben bekleme salonu misali diğer odada soğuk terler döküyorum ve
hala “ Neden buraya geldik” şarkısını 1896. kez tekrar ediyorum.
Annem sanki biraz düzelmiş görünüyor sonraki günlerde. Bir hafta
sonra yeniden gidiyor kadına.
Annemin ağrıları tamamen olmasa da büyük ölçüde geçtiğine
dair işaretleri görüyorum . Ama annem hala bacağının sızladığını belinin de ara
ara ağrıdığını söylüyor. Ve biz bu arada annemin üzerine titremeye devam
ediyoruz.
Annemi yeniden doktora götürmek için hastanedeyiz. Sandalye
olmadan bastonuna basa basa ağır adımlarla gidiyoruz koridorlarda.
Asansörü çağırıyoruz fakat birileri yukarda tutuyor olmalı
ki asansör gelmiyor. Karşıdaki asansörün oraya gidip onun da düğmesine
basıyorum. O asansör geliyor. “Koşun, bu geldi” diyorum. O dakka annem bana doğru keklik gibi seke seke
koşuyor, ki yanındakinden bile hızlı yetişiyor.
O an anlıyorum ki annem bir haftadır kendini naza çekmiş, ilgi
ve bakım iyi olunca da “ağrılarım hala devam ediyor” diyormuş. “Anne” diyorum “Sen tamamsın, iyileşmişsin,
hadi eve dönüyoruz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder