Otobüs Yoculuğu Sendromu. Volume 1


Fark ettiğimde artık çok geçti. Marmaris Denizli arasındaki üç buçuk saatlik yolu Pamukkale Turizmin o  küçük ve aslında servis otobüsü olarak kullanılan otobüslerinde geçirecektim. Üstelik cam kenarı değil de koridorda.  “Otobüs yolculuğu sendromum” hortluyordu ve benim bunu önlemem için yapacak hiçbir şeyim yoktu: bileti almıştım bir kere.

Eğer 2 saatten fazla yolculuk yapacaksanız bu ucube taşıta asla binmeyin, onun yerine bir traktör römorkunda seyahat edin daha az sallanırsınız.  Midemle akciğerimin yer değiştirdiğini ve böbreklerimin de o arada kendine kaçacak delik aradığı bu yolculukta,  camdan etrafa bakıp bu talihsizliğimi unutturabilecek bir şansım bile yoktu. Koridor tarafında oturmanın en çekilmez yanı gelip geçenin size değmesidir. Bu konuda muavinin olağanüstü gayretlerini taktir etmeden geçemeyeceğim.
Sanki büyük otobüsteymiş gibi servise çıktı. Önce “ne içersiniz” faslı, -hayır Starbucks’tayız da dark espresso isteme seçeneğim mevcut sanki, kıytırık bir sallama çay, üçü bir arada, en ucuzundan meyve suyun var, ki markasını da görüyorum. -  Bütün bu içecekleri birer kez dolandırıyor otobüste. Sonra çöpleri toplama faslı, arada bir kaptana özel servis derken, sol omzumla sol bacağım ha bire diz ve kol darbelerine maruz kalıyor.
Bu arda “neden bu kadar popüler bu hanım kızımız” diye Pucca’nın ilk kitabını da okumak için yanıma almıştım.  Allahtan kitap dikkat gerektirecek kadar mühim bir eser değil. Hatta bu günlükler için “Eser” kelimesi bile şaheser mesabesinde bir tanımlama olurdu. Sıradan, fazlasıyla vıcık vıcık, zeka yoksunu şirinlikler de mizah olarak size yutturulmaya çalışılmış.  Peki onu bu kadar popüler yapan ne derseniz; İflah olmaz merakımız ve bir hanım kızdan beklenemeyecek kadar arsızlaşmış bir dil ve anlatım. Evet, hakkını vermek gerekirse arada ilişkilere dair çok sağlam tespitleri var ama sorun şu ki bu kadar ahlaksızca bir ilişki yaşayacaksanız karşınızdaki kişiyi bu kadar önemsemenin de bir anlamı yok. Boş şeyler.

Denizli'nin Kale ilçesinde mola veriyoruz.  Ben şu yol bir an önce bitse de kurtulsam diye düşünürken kaptan bize acımış olmalı ki petrol istasyonundan bozma bir tesiste durdu. İçinde çiklet ve bisküviden başka bişey olmayan bir büfe, birkaç parça hediyeliğin olduğu tezgahlar (isim tireni, kolye, bileklik ve şaşı bakan koyun heykelcikleri –kabul ediyorum koyunlar öyle şaşı şaşı çok sempatikti-) ve kamyoncu lokantasını andıran bir restaurant.  
Tesisin tek güzel tarafı hala 50 kuruşa çay veriyor olmaları, üstelik wc için de para ödemiyorsunuz. Buranın sahipleri ya çok az kazanıyor ya da yolcuyu yolmayı bilmeyecek kadar naif insanlar. Yoksa daya karbonatlı çayı ardından wc ye zor düşsün arkadaş, bi de ondan para al.  
Çayımı içip bu naiflikleri kutlayarak otobüse doğru yol alıyorum. Ama o da ne; otobüs yok. Acaba anons yapıldı da ben mi duymadım. Yok canım, geldiğimizde anons olmadı ki mola bittiğinde olsun. Hem ne diyecekler; “Marmaris – Denizli seferini yapan pardon sefer dedimse lafın gelişi- yollarda eziyet çeken Pamukkale Turizmin sayılı yolcuları;  mola süreniz dolmuştur maalesef. Eziyet çekmek üzere otobüsteki yerlerinizi almanız rica olunur. Kalmak isterseniz de size hak verir bi sonraki Denizli otobüsüne kadar memnuniyetle misafir ederiz. Yolkenarı Dinlenme Tesisleri tez zamanda hayırlısıyla, kazasız belasız varmanızı temenni eder” mi?
Önce paniklesem mi acaba diye düşünüyorum, sonra bakıyorum etrafa tesisteki bazı yolcular bizim otobüsten ve benim aksime onlarda telaş eder bir hal de yok. Sakin sakin geziniyorlar.  Ben de durumu çaktırmadan otobüsü arıyorum. Tahmin edemediğim gibi tesisin araksına çekmiş otobüsü yıkıyorlar. Tabi bu arda bizim mola süresi 20 dakikadan yarım saate doğru hızla ilerliyor.

Denizliye ulaştığımızda 3 saatlik yol mola ve terminal beklemeleriyle 4 saati bulmuştu. Kendimi bir taksinin konforlu koltuğuna atıyorum. Huzur 10 dakikalık mesafede ve adına da otel diyorlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder