Bırakıp Gitmek Çok mu Zor?


Çocukluğumda okuduğum yazarları hala gazetelerin köşelerinde görüyor olmak insanı değişik duygulara gark ediyor.  Bazılarında seviniyorum, bazılarına mütemadiyen üzülüyorum, bazılarını görmeye bile tahammül edemiyorum, niye hala yazıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hatta, medya patronlarının okura işkence çektirmek ya da bir an önce o gazeteyi okumayı bırakmamız için onları orada tuttuğu kanaati varayazacağım neredeyse.
Yaşlı insanlara mahkûm olmak güzel ülkemin makûs talihi olsa gerek, diyeceğim ama yaşlı politikacıları seçen de bizim halkımızdı yıllar yılı. Demek ki bizde de sendromlara doyamam durumu mevcut. Güniz Sokak sendromu da var misal, henüz adını komaya bile utandığımız.
Elbette ki tecrübe, çevre,  falan filan, bunun farkındayım ama bu kadar fazla tecrübe de insana temcit pilavı tadı veriyor Amcabey. Yazarın da zeki çevik aynı zamanda sadece 60 yaşını geçmeyenlerini görebilsek gazete sütunlarında fena olmazdı. Düşünün işte Cumhuriyet Gazetesi yazarlarını takip ediyorsanız kendinizi 80 yaşında hissetmeniz pek ala mümkün ki bunun psikolojik tedavisi de yok maalesef.  Yazının bir yerlerinde birden 10. Yıl marşı çalacakmış tedirginliğinde okumalar felan.  Tehlikenin farkında mısınız?
Türk gazetelerinde 60 yaşını devirmiş köşe yazarı sayısı 40’ın üzerinde ki bu sayı yüksek kalibreli köşecilerden seçilmiş olup, -dikkatinizi bu tarafa alayım- spor, tv, magazin vs. gibi diğer mahallenin yazarları bu istatistiğe dâhil edilmemiştir. Benim naçizane görüşüm bu yazarların yerini genlere bırakıp, bir sahil kasabasında toprakla uğraşmaları, olmadı anılarını yazmalarıdır.

Tabi hemen burada bir şerh koyalım; 60’ın üzerindeki her yazar kötü yazıyor diyemeyiz. Mesela bir Engin Ardıç yazmayı bıraksın istemem. Onun mizahi tarzıyla yakın tarihi didik didik eden yazılarının bir benzeri henüz yazılamadı. Hakkı Devrimin de kalması taraftarıyım. Türkçe hassasiyeti için. Yavuz Donatı küçüklüğümden beri okurum, o da henüz yeri doldurulamayacak kadar farklı bir tarza ve siyasi iletişim yeteneğine sahip. Kararsız kaldıklarım arasında Fehmi Koru var ki; aslında bende yeri büyüktür. Onun yazılarıyla büyüdüm nerdeyse ama o da eski tadı vermiyor.  Hıncal Uluç ve Bekir Coşkun’u ben pek sık okumasam da hala onlarda bir şeyler bulan azımsanamayacak bir okur kitlesi var.
Okurun değişimi sevmeyeceği fikriyatına haiz köşeciliğin çınar ağacı mesabesindeki kana(a)t önderlerinin aksine genç yazarların gazetelere artı değer katacağı kanaatindeyim. (Kanatsa kanat, tüyse tüy, kılsa yumak, yumaksa kedi, uzar yani. ) “Ben çekilmem siz şimdi yapamazsınız, ortamı bilmiyorsunuz, kimseyi tanımıyorsunuz, okur da benim yerime seni görünce şaşırır, sonra gazeteyi bir daha okumaz,” demeye getirmeler, okuru da kendisi gibi hala değişmemiş sanmalar. Tamam yazmak ve bunu birilerinin okuması vs. tarifsiz ve de her mesleğe nasip olmayan duygulardır ama insan 'Rabbena'dan başka dua da bilmeli.  

İnsan, yanındaki hayat arkadaşından sıkılıyor ve evliliği canlandırmak için yeni atraksiyonlar arıyorken,  40 yıldır aynı yazarı okumaktan pek ala sıkılabilir. Ve bu durumu değiştirmek için de yazarın yapabileceği hiçbir şey yoktur.  Düşünsenize artık; yazının başlığına bakıp giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini gözünüzde canlandırabildiğiniz. Hangi noktalama işaretini yanlış kullanacağını, hangi kelime kalıbını kalemine doladığını, birazdan yazının içinde bir yerde kime sarmaya başlayacağını tahmin edebildiğiniz bir yazarı okumanın neresi heyecan verici olabilir ki?

Hala daktiloyla yazı yazıp Faksla yollayan, bir mail adresine bile sahip olmayan, 1930’ların Türkiye’sinde yaşadığını düşünen,  yeni şeylerden hazzetmemekle birlikte yeniliklere de köşesine sırtını dayayıp mütemadiyen ayak direyen yazarlar bilsinler ki kenara çekildiklerinde yerlerini dolduracak ve işini hakkıyla yapacak genç kalemler var. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder